Derin çetelerin üst kimliği olarak sunulan Ergenekon illegal örgütünün ilk çıkış noktası “Çelik Çekirdek” isminde bir yasadışı yapılanma mıydı?
Susurluk’un kilit ismi Abdullah Çatlı ve arkadaşlarının Ergenekon örgütüne ilham veren eylem planları arasında, Kosta Rica’yı işgal etmek var mıydı?
Ergenekon yapılanmasının gizli anayasasında, istihbarat, suikast, ajan temizleme ve medya başlıklarının ardından gelen ‘fahişeler’ maddesi nasıl bir içerik taşıyordu?
İstanbul Ümraniye’de bir gecekondudan çıkan devlet sırları, Hrant Dink suikastından Turgut Özal’ın vurulmasına, hatta Bülent Ecevit’e düzenlenen başarısız saldırı girişimine kadar birbirleriyle bağlantılı pek çok olayı nasıl açığa çıkardı?
İbrahim Tatlıses’in adının karıştığı Sauna Operasyonu’nda ortaya çıkan sırlar ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağına yönelik yapıldığı iddia edilen sabotaj girişimi saklandı mı?
Ergenekon Ankara Etimesgut ordu bölgesini nasıl havaya uçuracaktı?
Ergenekon hücrelerinde ele geçilen bombalar Türk Silahlı Kuvvetlerinden nasıl çalındı?
Medya dünyasının popüler isimlerinden Tuncay Özkan, Ergün Poyraz ve Güler Kömürcü’nün Ergenekon’la bağlantısı var mıydı? Hangi gazeteci, ne tür faaliyetleri nedeniyle Ergenekon’la birlikte anılmaya başlandı?
Gerçek ülkücülerle Ergenekoncuları ayıran fikirsel özellikler nelerdi?
Türkiye’de, bir görünüp bir kaybolan tüm çetelerin bir nevi üst kimliği olarak ortaya çıkan Ergenekon’un eylem takvimi ve olayların ayrıntılı perde arkası bu kitapta.
Aytekin Gezici’nin “ERGENEKON” kitabı, Mavi Kazaklı Mesih; Ağca, Derin Devletin Rengi; Yeşil ve İkinci Susurluk Vakası; Şemdinli gibi kitaplarının ardından son günlerin en çok tartışılan ‘Ulusalcı ve Kuvvacı’ derin yapılanmasıyla ilgili ‘bugüne kadar bildiğinizi sandığınız’ tüm gerçekleri yeniden gözden geçirmenize olanak tanıyacak.
Epilog
Ergenekon destanı, Göktürkler’in türeyişini anlatan bir Türk destanıdır. Genel olarak, düşman tarafından hile ile yenilgiye uğratılan Türklerin, Ergenekon Ovası’nda yeniden türeyip tekrar eski yurtlarına dönerek düşmanlarıyla çarpışmalarını konu edinir.
“Türk illerinde Türk oku ötmeyen, Türk kolu yetmeyen, Türk’e boyun eğmeyen bir yer yoktu Bu durum yabancı kavimleri kıskandırıyordu. Yabancı kavimler birleştiler, Türklerin üzerine yürüdüler. Bunun üzerine Türkler çadırlarını, sürülerini bir araya topladılar; çevresine hendek kazıp beklediler. Düşman gelince vuruşma da başladı. On gün savaştılar. Sonuçta Türkler üstün geldi.
Bu yenilgileri üzerine düşman kavimlerin hanları, beğleri av yerinde toplanıp konuştular. Dediler ki: ‘Türklere hile yapmazsak halimiz yaman olur. Ton ağaranda, baskına uğramış gibi, ağırlıklarını bırakıp kaçtılar. Türkler, ‘Bunların gücü tükendi, kaçıyorlar,’ deyip artlarına düştüler. Düşman, Türkleri görünce birden döndü. Vuruşma başladı. Türkler yenildi. Düşman, Türkleri öldüre öldüre çadırlarına geldi. Çadırlarını, mallarını öyle bir yağmaladılar ki tek kara kıl çadır bile kalmadı. Büyüklerin hepsini kılıçtan geçirdiler, küçükleri tutsak ettiler.
O çağda Türklerin başında İl Kağan vardı. İl Kağan’ın da birçok oğlu vardı. Ancak, bu savaşta biri dışında tüm çocuktan öldü. Kayı (Kayan) adlı bu oğlunu o yıl evlendirmişti. İl Kağan’ın bir de Tokuz Oğuz (Dokuz Oğuz) adlı bir yeğeni vardı; o da sağ kalmıştı. Kayı ile Tokuz Oğuz tutsak olmuşlardı.
On gün sonra ikisi de kanlarını aldılar, atlarına atlayarak kaçtılar. Türk yurduna döndüler. Burada düşmandan kaçıp gelen develer, atlar, öküzler, koyunlar buldular. Oturup düşündüler: ‘Dört bir yan düşman dolu. Dağların içinde kişi yolu düşmez bir yer izleyip yurt tutalım, oturalım.’ Sürülerini alıp dağa doğru göç ettiler.
Geldikleri yoldan başka yolu olmayan bir yere vardılar. Bu tek yol da öylesine sarp bir yoldu ki deve olsun, at olsun güçlükle yürürdü; ayağını yanlış yere bassa, yuvarlanıp paramparça olurdu.
Türklerin vardıkları ülkede akarsular, kaynaklar, türlü bitkiler, yemişler, avlar vardı. Böyle bir yeri görünce. Tanrı’ya şükrettiler. Kışın hayvanlarının etini yediler, yazın sütünü içtiler. Derisini giydiler. Bu ülkeye Ergenekon dediler.
Zaman geçti, çağlar aktı; Kayı ile Tokuz Oğuz’un birçok çocukları oldu. Kayının çok çocuğu oldu, Tokuz Oğuz’un daha az oldu. Kayı’dan olma çocuklara Kayat dediler. Tokuz’dan olma çocukların bir bölümüne Tokuzlar dediler, bir bölümüne de Türülken. Yıllar yılı bu iki yiğidin çocukları Ergenekon’da kaldılar; çoğaldılar, çoğaldılar, çoğaldılar. Aradan dört yüz yıl geçti.
Dört yüz yıl sonra kendileri ve süreleri o denli çoğaldı ki Ergenekon’a sığamaz oldular. Çare bulmak için kurultay topladılar. Dediler ki: ‘Atalarımızdan işittik; Ergenekon dışında geniş ülkeler, güzel yurtla varmış. Bizim yurdumuz da eskiden o yerlerde imiş. Dağların arasını araştırıp yol bulalım. Göçüp Ergenekon’dan çıkalım. Ergenekon dışında kim bize dost olursa biz de onunla dost olalım, kim bize düşman olursa biz de onunla düşman olalım.’
Türkler, kurultayın bu karan üzerine, Ergenekondan çıkmak için yol aradılar; bulamadılar. O zaman bir demirci dedi ki: ‘Bu dağda bir demir madeni var. Yalın kat demire benzer. Demirini eritsek, belki dağ bize geçit verir.’ Gidip demir madenini gördüler. Dağın geniş yerine bir kat odun, bir kat kömür dizdiler. Dağın altını, üstünü, yanını, yönünü odunkömürle doldurdular. Yetmiş deriden yetmiş büyük körük yapıp, yetmiş yere koydular. Odun kömürü ateşleyip körüklediler. Tengri’nin yardımıyla demir dağ kızdı, eridi, akıverdi. Bir yüklü deve çıkacak denli yol oldu.
Sonra gök yeleli bir Bozkurt çıktı ortaya; nereden geldiği bilinmeyen. Bozkurt geldi. Türkün önünde dikildi, durdu. Herkes anladı ki yolu o gösterecek. Bozkurt…