Araştırma-Eleştiri-İnceleme

Fernando Pessoa – Huzursuzluğun Kitabı

“Var olan tek sır, bir sır olduğunu düşünen insanların olmasıdır,” demişti Álvaro de Campos ya da ardında saklanan Pessoa, “Sürülerin Bekçisi”nde. Ölümünden epey sonra, yirminci yüzyılın ortalarına doğru keşfedilen Pessoa’yı düşünürken, özellikle etrafını saran efsane halesini aşmak zorlaştığında bu sözü hatırlamak, onun gerçek özüne yaklaşmak için yararlı olabilir.

Bugün dünya edebiyatının en önemli yazarlarından sayılan Fernando António Nogueira Pessoa’nın yaşamöyküsü, Octavio Paz’ın “Şairlerin yaşamöyküsü yoktur; onların yaşamöyküsü, yapıtlarıdır,” sözünü doğrularcasına birkaç cümleyle özetlenebilecek kadar yalın ve durgun: 1888’de Lizbon’ da doğdu.

Babası o küçükken öldü. Üvey babası Portekiz’in Güney Afrika konsolosu olduğu için okula Durban’da başladı, 17 yaşında da Lizbon’a döndü. Lizbon’da birtakım başarısız iş kurma girişimlerinden sonra ithalat-ihracat firmalarının İngilizce ve Fransızca yazışmalarını yaparak hayatını kazanan Pessoa, ömrünü Tejo Nehri’ne bakarak, Portekiz halkının okyanuslara, eski imparatorluklara duyduğu büyük özlemi seyrederek geçirdi.

Terreiro do Paço’ da, Martinho da Arcada Kahvesi’nde ya da Bairro Alto’daki Brasileira’da dostlarıyla edebiyat konuştu. Sağlığında yayımlanan yapıtları olduysa da, esas olarak ölümünden sonra, yazılarını topladığı sandığın bulunmasıyla ün kazandı; yaklaşık 27 bin sayfaya yayılan, farklı türlerde eserler vermişti Pessoa ve bunların büyük bir kısmını kendi adıyla değil, birer yaşamöyküsüyle, kişilikle, hatta edebî duruş ve tarzla donattığı 70 ayrı kurmaca yazarın, dış kimliğin adıyla imzalamıştı.

Pessoa’nın yarattığı yazarların en ünlüleri kötü bir Portekizceyle, ilkel doğa şiirleri yazan Alberto Caeiro, pagan dinlere inanan hekim Ricardo Reis, “içinde bir Yunan şairi barındıran Whitman” diye tarif edilen Álvaro de Campos’tur. Pessoa Alberto Caeiro’nun ortaya çıkışını “İçimde ustam doğdu,” diye anlatır.

Meşhur sandıktaki öbür yazarlar arasında Fransızca ya da İngilizce yazanlar, kadınlar, yarım kalmış karakterler vardır. Tek bir insanın ruhunda yaşayan, bu tüyler ürpertici yazarlar kalabalığının bir efsaneye dönüşmesi doğal olsa da, genellikle göz ardı edilen, Pessoa’nın yarattıklarını sağlığında bir sır olarak saklamadığıdır.

Yakın arkadaşları olan Mário de Sá-Carneiro, José de Almada-Neigreiros, Luís de Montalvor gibi yazarlarla onları paylaşır, dergilerde onların imzasıyla şiirler, makaleler yayımlatırdı. Her ne kadar Pessoa, başta Kafka olmak üzere ölümünden sonra keşfedilen pek çok yazar gibi yalnızlığın sıkıntısıyla adeta bilinçli bir çabadan çok bir içgüdüyle yazan bir yazar görüntüsü verse de, öncelikle kendinden önceki yazar kuşaklarının yapıtlarını tanıyan, edebiyat arenasında boy gösteren, tartışmalara giren bir edebiyatçıydı.

1915’te iki sayı çıkabilen Orpheu dergisinde, eleştirmenlerin kıyasıya eleştirdiği yenilikçi sözler sarf etmişti. 1921’de birkaç arkadaşıyla birlikte Olisipo adında bir yayınevi-kitabevi kurmuştu. 1922’den itibaren Contemporânea edebiyat dergisine katkıda bulunmuş, 1924’te ise Athena dergisinin kurucuları arasında yer almıştı.

Ölümünden bir yıl önce yayımlanan, sağlığında çıkan tek kitabı olarak kalan Mensagem’le Antero de Quental Ödülü’nü almış, Salazar’ın başkanlık ettiği ödül törenine katılmamıştı. 1935’te ise, sansürden dolayı Portekiz’de bir daha hiçbir şey yayımlatmamaya karar vermişti.

Pessoa’nın efsanesinde en dokunaklı ve büyüleyici olan kendini kimliklerle çoğaltmasından ziyade, bu kimlikleri yaratmaya onu iten “başlı başına edebiyat, bütün edebiyat” olma isteği, apayrı renklere büründürmeyi bildiği diliyle, ifade gücüyle yapıtının kendisidir.

Farklı yazarları var ederken, yalnızlığın ve varoluş sıkıntısının ne olduğunu kendine, kendi üzerinden de onlara göstermek ister gibidir. Bu haliyle, Anatole France’ın 1887 yılında yayımlanan Les Fous Dans la Littérature (Edebiyatta Deliler) makalesinde verdiği örneği hatırlatır: Anatole France’ın çocukluğundaki bir komşunun hikâyesidir bu.

Yaşlı adam oğlunu kaybetmiş, o andan itibaren de sırtına bir döşek yüzü geçirip öyle dolaşmaya başlamıştır. Bir de, oğlu sanki hiç var olmamış gibi davranmakta, ne ölümünden ne yaşadığı günlerden, anılarından hiç bahsetmemektedir. Bir ev ortamına girip de sırtındakini çıkarması gerektiğinde bastonunu bir omurga gibi örtünün içine koyar, başındaki topuza da şapkasını takar. Sonra bir süre bu biçimsiz cesedi seyreder.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Sezai Karakoç – Edebiyat Yazıları III – Eğik Ehramlar

Editor

Reklam Kültür Toplum

Editor

Pertev Naili Boratav – Folklor ve Edebiyat Cilt 1

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası