Ermişler ve peygamberler diyarı bir toprağın çocuğuydu o: uygarlığın beşiği ve üç büyük dinin yeşerip yaygınlaştığı bir toprağın çocuğu. Asi bir ruha sahip olan Cibran yazılarında Lübnan’ın eski feodal ağalarının yaptığı gaddarca haksızlıkları ortaya döküyor, dinsel bağnazlığı eleştiriyor, ruhban sınıfına karşı çıkıyor ve kadınların özgürlüğünü savunuyordu.
Ruhban sınıfını acımasızca eleştirmesi bakımından, on dokuzuncu yüzyıl şairi Blake ile benzerlik gösterir. Nitekim ünlü heykeltıraş Rodin, Cibran’ı “20.yüzyılın Blake’i” diye tarif eder. Cibran, Hristyan olmasına karşın insanlığı bir bütün olarak düşünmüş, dinlerin evrensel özünü öne çıkarmış, Doğu ile Batı felsefelerinin güçlü bir sentezini yapmaya çalışmış ve çeşitli dinlere mensup toplulukların birarada yaşadığı ülkesi Lübnan’da Arap birliğini ateşli bir biçimde savunmuştur.
Cibran, dinin, kişiyi özgürleştiren bir ruhsal yükseliş sistemi olarak algılanması gerektiğini ve dinsel hakikatin vicdan ve sezgiye dayanması gerektiğini savunur. Kendine yeterlik, kendini bularak yükselme düşüncesine dayanarak hem din adamlarının sultasına dayalı klasik kilise Hıristiyanlığına, hem de devlet tarafından topluma dayatılan bütün öğretim sistemlerine karşı çıkmıştır.
İnsanın kendini bulması, kendi dünya görüşünü oluşturabilmesi için, kendine dayatılan bütün eğitim sistemlerinden, bütün kalıplaşmış geleneklerden kurtulması gerekir. Ancak o zaman insan kendini ve içindeki inancı bulabilir.
Cibran’ın fikirleri üzerinde hem Sühreverdi gibi İşrakî ekolünden gelen Müslüman filozofların hem de Ralph Waldo Emerson, Nietzsche ve William Blake gibi Batılı düşünürlerin izleri vardır. Cesur fikirlerinden dolayı devletin sansürüne uğrayıp kilise tarafından aforoz edilince Cibran’ın sürgün hayatı başladı. “Bir dağın değil, bir şiirin ismidir” dediği memleketi Lübnan’dan sürgün edilen Cibran’ın, edebi anlamda da sürgüne maruz kaldığından ve hep palto altında okunan bir yazar olduğundan bahseder, memleketlisi olan Amin Maalouf.
Fakat Cibran ileride “Doğrusu sürgünde geçirdiğim yıllar için pişman değilim” diyecektir. Göç ettiği ABD’de Mehcer (Göç) edebiyatının öncülüğünü yapan Cibran çok geçmeden eserleri ve düşünceleriyle geniş yankı uyandırdı.
Amerika’nın 28. Başkanı olan Woodrow Wilson’un da dediği gibi, “O, Batı’yı kasıp kavuran ilk Doğulu fırtına” oldu. Bir Yakın Doğu’lu şair/yazar/filozofun Batı dünyasında bu denli etkili olabilmesi şaşırtıcı görülebilir. Ancak kutsal kitapların dilini andıran bir dille, keskin ironik ve sembolik tonlar taşıyan romantik bir havada evrensel temaları işlemesi ilgileri üzerine çekmesine yetti.
İngiliz dilini kullanmaktaki ustalığınını da unutmamak gerekir. 60’lı ve 70’li yıllarda Batı Avrupa ve ABD gençliği arasında en yaygın okunan ve tartışılan yazarlardan biri oldu Halil Cibran. En ünlü kitabı Ermiş 1923’ten bu yana ABD’nin en çok satanlar listesine İncil’in ardından ikinci kitap olarak, bir daha çıkmamak üzere girdi.
Öyle ki Cibran 20.Yüzyılın dünyasında Shakespeare ve Lao Tze’yle beraber en çok okunan 3. ozan olmuştur. Ayrıca Elvis Presley’in de sıkı bir Cibran hayranı olduğu ve Ermiş’in binlerce kopyasını dağıttığı bilinmektedir. Zikrettiğimiz kitap 68 kuşağının özgürlük rüzgarlarının da beslendiği kaynaklardan biri olmuştur.