Tarih

Kazım Karabekir – İttihat ve Terakki Cemiyeti

Muhterem babamız Kâzım Karabekir Paşa, 1933’te bastırdığı İstiklal Harbimizin Esasları adlı eserinin önsözüne şöyle başlar: “Medeni camialarda, her hadiseyi müteakip alakadarlar derhal hatıralarını milletlerinin ve cihan ve tarihin huzuruna arz etmeyi en kutsi bir vazife bilirler.

Biz tarihimizin en mühim hadiselerinin içinde yoğrulduğumuz halde bu mühim borcu ödemekte bazı sebeplerin tesiri ile geç kaldık. Daha ziyade gecikmek, hakikat nurunun gurubunu seyretmekten zevk almak demek olur.” Tarihi olayların içinde olanların hatıralarını tarihin huzuruna arz etmeleri bir vazife, milletlerin ise kendi tarihlerini doğru olarak bilmeleri bir haktır. Bir millet, geçmişi doğru olarak bilemez ise, ne bugünü anlayabilir ne de yarınını daha iyi görebilir.

Tarihi aydınlatan en önemli vesikalar, olayların içinde yaşayanların bıraktıkları hatıralardır. Rahmetli babamız, tüm hayatı boyunca içinde yaşadığı, gördüğü ve bildiği olayları günü gününe hatıratına kaydetmiş, kendisine ait belgeleri muhafaza ederek, her biri yakın tarihimizin bir bölümünü aydınlatan eserlerini meydana getirmiş, ve yayınlanmak üzere değerli birer belge olarak bırakmıştır. Sağlığında bu eserlerin bir kısmı yayınlanabilmiştir.

Diğerlerinin tarihimize sunulması evlatları için şerefli bir görevdir. İttihat ve Terakki Cemiyeti. Neden kuruldu? Nasıl kuruldu? Nasıl idare olundu? eserini, hiçbir kelimesine dokunmadan olduğu gibi yayınlamakla, rahmetli babamıza ve tarihimize karşı vazifemizi yerine getirmenin huzurunu duyuyoruz. Ruhun şad olsun muhterem babamız. Evlatları.

TÜRK İNKILÂBININ BİRİNCİ SAFHASI OLAN İTTİHAT VE TERAKKİ CEMİYETİ’NİN TARİHİ NASIL YAZILACAK İkinci Meşrutiyet’in ilanından (23 Temmuz 1908) iki ay kadar sonra Selanik’te toplanan birinci İttihat ve Terakki Kongresi’ne İstanbul merkezinin murahhası olmak üzere iştirak etmiştim.

Muhtelif meseleler arasında cemiyetin tarihini yazmak meselesi de münakaşa edilmiş ve merkez-i umumi bu vazifeyi üstüne almıştı. Kongrece verilen karara göre merkez-i umumi, Meşrutiyet’in ilanından önce kurulan muhtelif merkezlerden raporlar alacaktı. Ayrıca mühim vazifeler alan cemiyet mensuplarından da imzaları altında bilgiler ve vesikalar toplayacaktı.

Bu suretle cemiyetin tarihi; şunun bunun arzu ve zannına göre değil vakıaların zamanları, yerleri ve yapanları hakikate uygun bir tarzda tespit edilmiş olarak ortaya çıkarılacaktı. Sonra da bu tarih birkaç nüsha olarak yazılacak, merkez-i umumi azaları tarafından imzalanarak muhtelif yerlerde saklanacaktı. Münasip bir zamanda neşrine de yine bir kongrece karar verilecekti. Merkez-i umumi bu vazifesini –sebepleri her ne olursa olsun– yazık ki başaramadı.

Merkezlerden ve alakadarlardan raporlar bile toplayamadı ve hatta elindeki vesikaları bile tamamıyla muhafaza edemedi. Bu cemiyetin başına geçen Talat, Enver ve Cemal paşalar ve emsalleri de Meşrutiyet’in ilanından önce ve sonra cemiyetin içindeki faaliyetlerini ve bildiklerini ortaya koymadılar.

Garplılaşmak hareketimizde metotlu çalışmak meselesine bir türlü kavuşamadık. Garp’ın, yüzlerce yıllardan beri tuttuğu hatıra yazmak âdeti ve metodologie ile meşgul olanların bildikleri tarih yazmak usulü bizde hız almak şöyle dursun ciddi engeller karşısındadır bile… Meşrutiyet ve Cumhuriyet hareketlerimizin tarihi, tek sözle “inkılâp tarihimiz” ve buna dayanması lazım gelen ansiklopedik eserler; bugünkü kıt malzeme ve dar çalışma çerçevesi içinde asla yazılamaz.

Salahiyet sahibi yüksek bir heyet huzurunda dahi söylemiş olduğum sözleri buraya yazıyorum: “Tarih yazmak bir tahlil ve terkip yapmak demektir. Tahlil, hadiselerin kaynaklarını araştırmak yani şahadet namı altında toplanan rivayetler, abideler, vesikalar üzerinde objektif görüşle tenkitler yapmak, bunların kıymetlerini tespit etmektir.

Terkip veya inşa da tahlil sayesinde toplanan bütün şahadetleri bir araya getirerek tarihin bünyesini kurmaktır. Bu ilmi yollardan yürümekte daha çok gecikirsek ileride içinde yaşadığımız inkılâp tarihini de ecnebi kaynaklardan araştırmak ihtiyacını duyacak olan gelecek nesiller bizi itham etmekte çok haklı olacaklardır. Tehlikenin büyüğü de şudur:

Milletin idaresini bir gün ellerine alacak olan yeni nesillerin ruhlarına ve vicdanlarına milletin selametini temin edebilecek kudret verilemez. Çünkü milli kudret, ancak doğru görülmüş ve doğru anlaşılmış vâkıalarla beslenir ve hızlanır.” *** Bu eserimde İttihat ve Terakki tarihine az çok malzeme vermiş oluyorum. Borcumu geç ödemem sebepsiz değildir…

Burada benim ne diye borçlu olduğumu izah edeyim: Bazı isim değişikliklerinden sonra yine İttihat ve Terakki namını alan cemiyetin eski mensuplarından bulunduğum gibi ilk Manastır teşkilatının da başında bulundum. Üsküp, Köprülü, Gevgili ve Edirne’nin ilk teşkilatıyla da yakından alakadar oldum, İstanbul merkezini kurmak ve en mühim olan kara ve deniz teşkilatını yapmak gibi mühim, nazik ve tehlikeli bir vazife de aldım.

Muhtelif yerlerde, tarihi rolleri görülen, mühim şahsiyetlere rehberlik ettim. Meşrutiyet’in ilanından sonra da İstanbul ve Edirne merkezlerinde çalıştım. Selanik’te toplanan Birinci Kongre’ye de İstanbul murahhası olarak iştirak ettim.

31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) irticaını tenkil eden Hareket Ordusu’nun Beyoğlu ve Yıldız hareketlerini yapan mürettep ikinci fırkanın erkân-ı harbiye reisi idim. Arnavutluk isyanının bastırılmasında mürettep kolordu erkân-ı harbiyesinin harekât şubesi müdürü idim. Balkan Harbi’nden sonra da Enver Paşa’nın istihbarat şubesinde müdürlük yaptım.

Cihan Harbi’nde dahi muhtelif cephelerde büyük kumanda makamlarında bulundum. İstiklal Harbi’nde Şark Cephesi kumandanlığında iken Enver Paşa ve diğer bazı İttihat ve Terakki erkânıyla temasta bulundum ve hareketlerini takip ettim. Bunun için: Cemiyetin maksat ve hedeflerini, nasıl başlayıp nasıl inkişaf ettiğini ve yapılan fedakârlıkları içinden gördüm.

İttihat ve Terakki Meşrutiyet’in ilanından sonra fırka haline çevrildikten sonra cemiyetin erkân ve efrâdı arasında baş gösteren ihtilafları ve yanlış hareketleri ve cemiyetin karşısına çıkan muhalefetleri ve engelleri yakından gördüm. ***

Bu eser, iki kitap halindedir: Birinci kitap ideal sahibi birtakım vatan çocuklarının tek vücut bir halde hürriyet davası etrafında toplanışlarını ve fedakârlıklarını gösterir. İkinci kitap da cemiyetin fırka haline geçmekle nasıl yanıldığını ve bu yanılmadan doğan acı neticeleri tahlil ve münakaşa edecektir. Terakki ve İttihat Cemiyeti, tarihimizin her zaman için iftihar edeceği bir teşekküldü.

Onu sarsan, solduran; kendi tarihi adıyla İttihat ve Terakki, fırkacılık hayatına atılması ve kendi kendini aşındırması olmuştur. Cemiyetin bir uzvu sıfatıyla, onun bu vaziyete düşmemesi için, ben çok uğraştım; fakat cemiyetin bünyesine yapışan tufeyliler, hazıra konmak için o eski feragat sahibi başları, nabız tutmak sanatıyla hırs ve istibdat çukuruna sürüklediler.

Cemiyetin şerefli tarihiyle fırkanın hata ve mesuliyetleri birbirine karıştırılmamalıdır. Fırka büsbütün başka bir teşekkül ve büsbütün başka bir istikamettir. Adeta İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tereddiyi andıran bir istihalesidir. Bazı şahsiyetlerin her iki safhada rol almaları zihinlerde büyük karışıklıklar ve yanlışlıklara sebep olabilir. Ancak cemiyetin ve fırkanın tarihleri üzerinde yapılacak ciddi bir tahlil bize her ikisinin karakterlerini göstereceği gibi o şahsiyetlerin ihtilalci ve devlet adamı sıfatı ile rollerini ve kıymetlerini de bize anlatır.

Meşrutiyet’in ilanına ön ayak olan İttihat ve Terakki, fırka haline girince siyasetten gayr-i meşru istifadeler temin etmek isteyenlerin entrikalarına kapılarak bünyesinde zaaflar ve tefrikalar baş gösterdi. Ve bu yüzden içten ve dıştan gelen darbelere karşı milli bünyenin mukavemetini kıran amiller arasına girdi.

En sonunda Cihan Harbi’nin feci akıbetiyle de iflas edip tarihe karıştı. Milleti uğradığı bu yeni felâketten kurtarmak için İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin fırka hayatına karışmayan eski fedakâr uzuvları bile artık İttihat ve Terakki namıyla ortaya atılamadılar. Cemiyeti fırkacılığa sürükleyen tecrübesiz başlar ise memlekette bile kalamadılar.

Artık yıpranmayan ve mevcut şartlara uyan yeni bir teşekküle ihtiyaç vardı. İşte Müdafaa-i Hukuk bu ihtiyacın ifadesidir: Vatanın yine fedakâr, vefakâr, faziletli ve feragatli çocukları; son vatan parçası ve onunla birlikte tarihin her devrinde sahip bulunduğumuz Türk istiklalini kurtarmak için yine el ve fikir birliğiyle işe giriştiler.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Nazım Tektaş – Tanrının Askerleri 2 – Göktürkler – Uygurlar – Kırgızlar – Türgişler

Editor

Karen Armstrong – Tanrı’nın Tarihi

Editor

Saltanatın Yürek Sızısı – Osmanoğulları’nın Hüzünlü Günleri

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası