Yediyüz beyitten oluşan ve olasılıkla İÖ 300-100 arası bir tarihte yazıl¬mış olan Bhagavadgita, Veda döneminin güneş tanrısı Vishnu’yu, Ve-dalardaki Yaratılış İlahisi’nden (X, 129) hareketle Sanıklıya Yoga fel¬sefesini, olasılıkla Krishna’dan önce gelen Vâsudeva kültünü, çoban kahraman Krishna’yı ve Mahâbhârata Destanı’ndaki Krishna’yı, Upanishadlar’daki Brahma felsefesini, az da olsa Buddhistik – ve hatta Materyalistik- düşüncelerle karıştırıp bir potada eritmiş olan, muazzam bir eserdir.
Dili, rafine edilmiş, son derece temiz bir Sanskrittir. Okuması rahat, anlaması kolaydır. Bugün, okumuş ve eğitimli Hinduların hepsi de bu kitaba büyük bir saygı ve sevgi ile bağlıdır. Hinduların pek çok kutsal kitabı vardır. En başta Rigveda ve diğer üç Veda kitabı gelir. Sonra Brahmanalar, Aranyakalar ve Upanishadlar sayılabilir. Destanlar ve Purânalar da Hindular için kutsaldır. Bütün bu kitaplar içinde Bhagavadgitâ’nın ayrı bir yeri vardır.
Bu kitap, kısa ama özlüdür. Efsanelerden ve uydurma öykülerden söz etmez. Eski düşüncelere sahip çıkıyor gibi gözükerek, onları nazikçe eleştirir; tanrı, ruh ve yeniden doğuşlardan oluşan felsefesini akıcı bir dille anlatır. Bu felsefe konuşması, bir savaşın öncesinde, savaş alanında yapılır. Bhagavadgitâ, MahâbhârataDestanı’nın bir bölümünün alt bölü¬müdür (Bhîshmaparvan 25-42). Onsekiz bölümden oluşan destanın VI. bölümünde, 25 ve 42. beyitler arasında yer alır.
Bu eserin neden buraya yerleştirildiği tam olarak bilinmemekle birlikte, olasılıkla “ölüm” ve “yaşam”ı sorgulatan bir savaşın buna neden olduğu söylenilebilir. Savaşan taraflar iki akraba ailedir: Kauravalar ve Pândavalar. Bhaga-vadgıta 18 bölümdür, büyük “Bharata” savaşı da 18 gün sürer. İktidar için çekişen taraflar, tarih boyunca büyük savaşlara sahne olmuş, kuzey Hindistan’daki kutsal Kuru alanında karşılaşırlar. Eskiden Brahmanlar bu alanda büyük kurban törenleri düzenledikleri için, Kurukshetra’ya “kutsal” deniliyor. Kurular ve Pândavalar, akrabalık bağlarını unutmuş, savaşmaya hazırdırlar.
Bu öylesine korkunç bir savaştır ki ne baba oğlunu, ne kardeş kardeşini, ne amca yeğenini, ne de arkadaş arkadaşı¬nı tanımaktadır. Böylesine korkunç bir ortamda Arcuna, arabacısı Krishna’dan, arabasını, savaşanları daha iyi görebilmek için, iki ordunun ortasında durdurmasını ister. O ana kadar korkunç gerçeği kafasında pek tartmamış olacak ki, karşı taraftaki akrabaları ve dostları görüp, müthiş bir kedere kapılır, yayını yere düşürür ve arabasının içinde koltu¬ğa çöker kalır.
İşte tam bu anda Krishna söz alır ve ona savaşma cesareti vermek için konuşmaya başlar. Ona söylediği en etkili ilk söz “aslında benim, senin ve bu kralların olmadığı bir zaman hiç olmadı; bundan sonra da hepimiz bütün zamanlarda olacağız” (II, 12) olur. Bedenimizin ölümlü ama ruhumuzun ölümsüz olduğunu, ruhun beden¬den bedene dolaştığını anlatır.
Madem beden geçici ruh kalıcıdır, o halde üzülmeye ne gerek vardır? Çünkü beden ölse bile ölüm gerçekleş¬mez, bunun için ruhun ölmesi gerekir, ruh da ölümsüz olduğuna göre, o halde üzülmeye gerek yoktur. Kimse kimseyi öldürmüş olamayacağı¬na göre, Arcuna rahatça savaşabilecektir. Şri Bhagavân duyuların zararından, her türlü bağın atılmasından ve kurtuluşa erişmekten söz eder. Arcuna onun sözlerini çelişkili bulur, kafası karışır ve daha fazla bilgi ister.
Krishna ona Cnana Yoga ve Karma Yoga’yı anlatır. Doğanın (Prakriti) gücünü över ve eylemlerin ondan güç aldığını söyler. Birbirlerinden güzel sözler sarf eder. Nefret ve şehvetin, yol üzerindeki iki düşman olduğunu hatırlatır. Tutku (racas) her şeyi kaplamıştır. Tutkuyu öldürmek gerekir. Arcuna yine bilgi ister, Tanrı anlatmayı sürdürür. X. bölümde, Hint Mitolojisi içinde kısa bir gezinti yapılır.
Burada Krishna, tüm mitoloji evrenindeki karakterlerin aslında kendisi olduğunu söyler. XI. bölümde de, Arcuna’nın ısrarı üzerine Krishna, Tanrılığını ona gösterir. Bu, hiçbir canlının görmediği ve göremeyeceği bir görüntüdür. Korkutucu, ihtişamlı ve olağanüstü renk ve çeşitlilikte bir Tanrı görüntüsüdür bu. XIII. bölümde Purusha ve Prakriti’nin birbirine göre durumlarını açıklar (19-23). XIV. bölüm¬den itibaren Sattva, Racas ve Tamas durumları açıklanır.
En sonunda (XVIII, 63) Tanrı Arcuna’ya “işte benim tarafımdan sana bildirilen gizlerin gizi bilgi böyle. Bunu zihninde iyice tart ve sonra da istediğini yap” diyerek onu karar vermeye sevk eder. Ayrıca “aklını bana ver, bana inan, bana kurban sun, benim önümde eğil; bana kavuşa¬caksın, sana gerçekle söz veriyorum” diyerek ona en büyük güveni verir.
En son Sancaya’nın ağzından konuşma bitirilir ve bu muhteşem kutsal kitap, şanına layık bir görkem içinde bitirilmiş olur. Bu kitabın Türkçe’ye kazandırılmasının çok yararlı bir iş olduğunu düşünmekteyim. Öncelikle Hinduların dinsel inançlarının-bize ne kadar tuhaf gelen tapınma ve inanç biçimleri olursa olsunilkel dinler arasına sokulmasının çok büyük bir hata olduğunu bu kitap sayesinde anlıyoruz, ikincisi, bu çeviriler bize, diğer dinlerin kutsal kitaplarıyla karşılaştırmalar yapma olanağını veriyor. Bu sayede ilahiyat bilimiyle uğraşanlara yeni bir sayfa açılmış oluyor.
Üçüncü aşamada, toplumun başka din kitapla¬rını ve dinsel görüşlerini görmeleri ve bakış açılarını geniş tutmaları amaçlanmış oluyor. Bu söylenenler, daha önce çıkmış olan “Buddhistle-rin Kutsal Kitapları” adlı kitabım için de geçerlidir. Orada da Buddhistle-rin bakış açılarını, birinci dereceden kaynaklara dayanarak yansıtmaya çalışmıştım.
Umarım bu çalışmalar bir hastalığın, “tüm dinlerin aynı kaynaktan geldiği, aslında birbirinin aynı olduğu ve zamanla bozulduğu” şeklinde düşünceler uydurma hastalığının ortadan kalkmasını sağlar ve daha sağlıklı bir düşünce yapısının gelişimine katkıda bulunur. Dinle¬rin ve dinsel düşüncelerin oluşumunun ne denli karışık ve karanlık süreçlerden geçtiğini ortaya çıkarmak o kadar zordur ki, insan sonunda, basit birkaç masala inanmakla yetinir.
Oysaki bu bilgilerin derinliğine incelenmesi ve dinler arasında karşılaştırmalar yapılması son derece yararlıdır. Bir gün Vedaların, Brahmanaların ve Upanishadların çevrilmesi de gerekecektir. Bu çevirilerin sağlıklı bir biçimde yapılabilmesi için Hindoloji bilimine ne kadar ihtiyaç olduğu açıktır. Sözümü, Hindoloji bilim dalını küçümseyenlere sitem ederek bitiriyorum. Ülkemizde Hin¬doloji’ye ve Hindologlara hep ihtiyaç vardı ve bundan sonra da hep var olacaktır.