Roman (Yabancı)

Küçük Yalanlar Yüksek Topuklar

kucuk yalanlar yuksek topuklar 5ed3fe513d9a3Dikkat dikkat!!!

Bu kitap, büyük hayallerle evlendiği yaşlı ve zengin kocası tarafından terk edilmiş, beş parasız bir şekilde ortada bırakılmış bir kadının ağır dramını içermektedir.

O para ve lüks dolu günlerinden geriye sadece çok sevdiği son model arabası kalmıştır. Ancak onun da benzine ihtiyacı vardır.

Bir gün başka bir adam çıkar gelir. Borcu tam olarak ödenmedi diye o arabaya el koyar. Artık elinde hiçbir şeyi kalmamıştır kadının. Tam bu noktada bir karar vermesi gerekir. Küllerinden yeniden doğacaktır elbette… Ancak bunu yaparken kullanacağı yol biraz çetrefillidir. Tabii bir o kadar da eğlenceli… Ve heyecanlı… Ve aşk dolu, biraz da şans…

***

Teşekkürler

Romanım konusundaki coşkusu ve yayına hazırlama konusundaki uzmanlığı için Michele Bidelspach’a; zengin bir ev kadınıyken bir tefeciye dönüşen bir kadınla ilgili çılgın bir hikâyenin okurların ilgisini çekebileceği fikrini veren Beth de Guzman’a; birlikte olmaktan çok hoşlandığım, komik ve yetenekli bir kadın grubu olan Fox’lara; tükenmeyen destekleri için eşim Brian ve kızım Charlotte’a ve ben yazarken kucağımı sıcak tutan yavru kedim Isabel’e teşekkür etmek isterim.

Bölüm 1

Darcy McDaniel, 25 Temmuz günü evini, kocasını ve kendine olan güvenini yitirdi. Sonra da hayatı tepetaklak oldu.

Geriye baktığında bir şeylerin böyle olacağını tahmin etmiş olması gerekirdi. Eşi Warren, tıpkı hayatta kalma mücadelesi veren bir askerin cephane biriktirmesi gibi para biriktirmiş, zengin bir adamdı. Cancun’da beş yıldızlı bir dinlenme merkezinde yer ayırtmış ve karısının eline iki uçak bileti tutuşturarak, arkadaşı Carolyn’i de alıp tatilin tadını çıkarmasını söylemişti. Aceleyle kapıdan yolcu edilen Darcy, kocasının elli yedi yaşında olmasına rağmen, yaşlı denmek için hâlâ biraz genç olduğunu düşündüğünü anımsadı. Ne yazık ki, kadın onun bu ani cömertliğini iyi bir şey olarak algılamıştı ancak işler hiç de sandığı gibi gitmemişti.

Arkadaşı Carolyn’le birlikte Cancun’da muhteşem bir hafta geçirdiler. Onlar plaj şezlonglarına yayılmış ayak parmaklarını kumlara sokarken yarı çıplak garsonlar onlara sürahiler dolusu margaritalar taşıdılar. En lezzetli yemekleri yediler; sıcak taşlar, soğuk kompresler ve Alonzo’nun sihirli ellerinin mucizeler yarattığı spa terapilerine katıldılar ve tenlerinin, kertenkele derisine dönüşmeden, sağlıklı bir biçimde parlamasına yetecek kadar bronzlaştılar.

Dallas’a geri döndükten sonra birbirlerini, yanaklara dokunmadan öptüler ve her yıl geleneksel olarak yaptıkları Meksika yolculuğunu gerçekleştirmek için birbirlerine söz vererek ayrıldılar. Darcy, Mercedes Roaster’ına atladı, arabanın tepesini açtı ve Dallas Hava Limanı’nın otoparkından hızla uzaklaştı. Radyonun sesini açtı; tatilinin, eve ve Warren’a ulaşmadan önceki son anlarının tadını çıkarıyordu.

Saat öğleden sonra dört buçuktu. Texas’ın güneşi omuzlarını tıpkı bir alev lambası gibi yakıyordu ancak saçlarını havalandıran rüzgâr ve yanlarından geçtiği, çoğu, erkek kardeşi olabilecek kadar genç erkeklerin gülümsemeleri hoşuna gidiyordu. Kendisinin, otuzun üstünde olduğunu tahmin ettiklerini bildiği halde onların gülümsemelerine karşılık veriyordu. Aslında otuz dokuz yaşındaydı ve kırk yaşına girmesine sadece birkaç hafta kalmıştı. Buna aldırmamasına kendisi de şaşırıyordu. Şükürler olsun, iyi bir eğitmeni, kuaförü ve kimsenin bilmesine gerek duymadığı botoks denen bir mucize vardı.

Onu görünce mutluluktan çılgına dönen Pepé’yi almak üzere köpek pansiyonuna uğradı. İncecik patileri üzerinde tıp tıp tıp sesler çıkararak yürüyüşü, ona hayranlıkla bakan gözleri kadının kalbini eritmişti. Hemen onu kucağına aldı ve yüzünü okşadı, vanilya özlü köpek şampuanının kokusunu içine çekti. Uzun tüylü Chihuahuas, kısa tüylü olanlardan daha az sinirli değildi; ancak bütün bu tüyler deli gibi çarpan minik kalbinin etkisini azaltıyordu. Yine de Pepé’nin kalbi normalden daha hızlı atıyordu çünkü evden uzak kalmak onu her zaman çılgına çeviriyordu. Ancak Warren kendisi dışında başka kimseyle iletişim kuramadığı için Pepé’yi köpek dilinden anlayan birileriyle bırakmak –özellikle Meksika aksanıyla konuşan– en doğrusuydu.

Darcy, Plano’ya vardığında saat neredeyse beş olmuştu. Arabayı her iki yanı tertemiz dükkânlar, restoranlar ve sinemalarla dizili Preston Caddesi’nden aşağı sürdü. Ortağı olan Amerika için önemli bir üs haline gelmeden önceki halini yansıtan eski doğu Plano’ya giden otobana girmediğiniz sürece, Plano’da her şey yeni ve tertemizdi. Oralarda çok iyi bir araba alarmına ve cüzdanlarınıza iki elle sarılmaya gereksiniminiz olurdu. Darcy, doğu Plano’da büyümüştü bu yüzden böyle bir yerden geliyor olmanın bir avantaj olduğunu biliyordu.

Birkaç dakika sonra Darcy yolun sonundaki evine varmak için bir sokağa girdi. Sokağın diğer yanında buz camlı dev kapıları, kemerli pencereleri ve bahçelerinde yüzme havuzları olan iki katlı kocaman evler vardı. Şımarıkça geçen bir haftanın ardından sevdiği evine dönmek moralini öylesine yükseltmişti ki, Warren eve geldiğinde, ona bir bardak suyla birlikte mavi hapını uzatacak ve hoşnutluğunu gösterecekti. Dar sokağa girdi, sonra Mercedes’i evin önündeki araba yoluna çekerek garaj kapısını açtı ve şaşkınlığa uğradı.

Garajda tanımadığı iki araba duruyordu.

Aklına ilk gelen şey Warren’ın arabalara olan düşkünlüğü yüzünden kendisi şehir dışındayken küçük bir alışveriş ya da takas yapmış olabileceğiydi. Arabalardan biri Buick Sedan ve diğeri de Ford Explorer olmasaydı, bu teorinin tutar yanı olabilirdi ancak Warren bu kadar sıradan arabaları asla satın almazdı.

Eve konuk mu gelmişti? Kendisi evde yokken?

Pepé’yi kucakladı ve arabadan dışarı çıktı. Garajın içinden arka kapıya doğru giderken arabalardan bir tanesinde bebek koltuğu olduğunu fark etti.

Çocuklu konuklar?

Eve girdi ve Pepé’yi yere bıraktı. Köpek, tasmasında bulunan zillerin çıkardığı seslerle birlikte koşmaya başladı. Darcy mutfağın köşesini döndüğünde yeniden şaşkınlığa uğradı. Onun kahvaltı masasında dört yabancı oturuyordu.

Ve Warren ortalıkta görünmüyordu.

Kuyruk sokumundan yukarı doğru bir ürperti hissetti. Elindeki çantayı mutfak tezgâhının üzerine bıraktı. Duvarın önünde, bazıları açılmış koliler duruyordu. Neler olup bittiği konusunda hiçbir fikri yoktu.

Kendisini zorlayarak gülümsedi. “Iı.. Merhaba.”

Otuzlu yaşlarında, polo gömleği giymiş bir adam, sanki onun geldiğini duyunca duraksamış gibi yaparak, ağzına götürmek üzere olduğu makarna dolu çatalıyla öylece kaldı. Adamın yanındaki sıradan görünümlü bir kadın şaşkınlıktan ağzı açık bir şekilde ona bakıyordu. Atkuyruklu, anaokulu çağında bir kız çocuğu bacaklarını ileri geri sallıyor ve merakla gözlerini kırpıştırıyordu. Yüksek bir sandalyede oturan bir bebek avuçları arasında ezdiği ekmek kırıntılarını ağzına sokmaya çalışırken bir anda hepsini Darcy’nin mermer yer döşemelerine püskürttü.

Adam ayağa kalktı ve kaşlarını düello halindeki iki tırtılı andıran bir biçimde birleştirdi. “Kimsiniz?”

Darcy kendisini savunurcasına geriledi. Bu soruyu sorması gereken kendisi değil miydi?

“Sizler Warren’ın arkadaşları olmalısınız,” dedi.

“Warren mı?” diye sordu adam. “Warren McDaniel mı?”

“Evet. Ben eşiyim, Darcy.”

Eşi mi?”

Darcy ilk önce adamın şaşkınlığının, onun yaşında bir kadının –biliyorsunuz, otuzlarında– Warren kadar yaşlı bir adamla evlenmesinin mümkün olmamasından kaynaklandığını düşündü. Çoğu insan böyle düşünüyordu. Hatta kendisi bile. Ancak bu adamın şaşırmasının ardında başka bir şey yatıyordu.

“Evet,” dedi Darcy dikkatle. “Onun eşiyim. Size evli olduğunu söylemedi mi?”

Kadın ve adam birbirlerine birkaç kez şaşkınlıkla baktıktan sonra adam boğazını temizledi. “O aslında…”

“O aslında ne?”

Adam zorlukla yutkunurken Adem elmaları delice kabarıp indi. “O bize sizin şey olduğunuzu söyledi… ıım…”

“Iım ne?”

“Öldüğünüzü.”

Darcy tamamen donup kaldı. Bu kelimeyi kavraması on, üstüne, sesini yeniden bulup ortaya çıkarması ise bir beş saniye daha aldı. “Warren size benim öldüğümü mü söyledi?”

“Evet. Cancun’da bir araba kazası olduğunu söyledi. Şu çılgın Meksikalı taksi sürücüleri yüzünden, bilirsiniz. Çok trajikmiş.”

Trajik? Trajik? Buradaki tek trajedi bu insanların hayal kuruyor olmasıydı. Ya da Warren hayal kuruyor olmalıydı.

Ya da…

Ya da kendisi gerçekten ölmüştü.

Bir an için altıncı hissin hayalperestler için eğlenceden öte bir şey olduğunu düşündü. Yine de, bir Meksika taksisinin arka koltuğunda cennete gitmediğinden oldukça emindi. Jet skinin üzerinden düşmüş ve küçük bir dalga yüzünden su yutmuştu ancak plaja döndüğünde hâlâ nefes alır haldeydi. Ve havaalanından buraya kadar araba kullanmıştı, değil mi? Herkes, bir hayaletin araba kullanmak istediğinde ellerinin direksiyon simidini tutamadan içinden geçeceğini bilirdi. Hayalet filmini izlemişti. İrade gücüyle bedensel işler başarmak hiç de göründüğü kadar kolay değildi.

Hayır, buradaki soru onun ölmüş olup olmadığı değildi ancak bu lanet olası insanların kim olduklarını bilmiyordu –ve kocası gerçek bir macerayı kaçırıyordu.

“Warren nerede?” diye sordu.

Karşısındaki insanlar omuz silkince şaşkınlığının gerginliğe dönüştüğünü hissetti. Ve içindeki öfkeyi dışarı bıraktı.

“Affedersiniz ama… sizler de kimsiniz?”

İstediğinden biraz daha yüksek sesle konuşmuştu ve onlar da, sanki Darcy fiziksel olarak kendilerine saldıracakmış gibi geri çekildiler. Bebek, Darcy’nin mutfağını kirletmeyi bıraktı ve sanki ağlayacakmış gibi yüzünü buruşturdu. Pepé’nin pörtlek gözleri adeta daha da pörtledi. Kadın bileğindeki bilezikle oynuyor ve kocasına iyice sokuluyordu. Adam karısına çaresizce bakınca kadın Darcy’ye döndü ve tedirgin biçimde omuzlarını kaldırdı.

“Sanırım eşiniz siz ölü olduğunuz zamanda ya da bu her neyse, size şeyi söylemedi…”

Neyi?

“Evi sattığını.”

Darcy’nin kafasını iyice karışmıştı. Warren evi satmış. Kelimeler kafatasına vuruyor, umarsızca içeri girmek istiyordu. Ancak giriş kabul edilmiyordu.

“Acele karar vermemiz gerekiyordu,” dedi adam, “ancak paramız vardı ve biz de satın almak istiyorduk ve özellikle içindeki tüm bu eşyalarla birlikte bizim için tam bir kelepirdi. Bu koskocaman ev hem de istediği paraya… şey, anlarsınız. Hayır diyemedik.”

Darcy titremeye başladı, kusmak üzere olduğunu biliyordu. Ancak dik durmaya çalıştı, bir terslik olduğunu anlamış olan insanların yaptığı gibi güldü. Gülüşünü fark etmemiş olduklarını düşünerek “Bir yanlışlık olmalı,” dedi.

“Hayır,” dedi adam. “Bir yanlışlık yok. Size kontratı gösterebilirim.”

Adam çekmeceyi karıştırdı ve bir yığın kâğıdı toparladıktan sonra kadına uzattı.

Görüntüler tamamen bulanıklaşmadan önce gördüğü en net şey Warren’ın imzasıydı.

Aman tanrım, gerçekten de bunu yapmış.

Burası benim de evim! Benim imzam olmadan onu nasıl satar? diye bağırmaya hazırlandı.

Sonra on dört yıl önce, daha evlenmeden Teksas Mülkiyet Yasası’na göre imzaladığı kâğıtları hatırladı. Bu belgelere göre Warren’ın evi konusunda istediğini yapmaya hakkı vardı ve Darcy buna karşılık hiçbir şey yapamazdı.

Şaşkın ve kafası karışık da olsa bilinci yerine geliyordu. Sonra dehşet bir düşünce onu gerçeğe döndürdü.

“Benim eşyalarım nerede?” dedi, sesi korkuyla yükselmişti. “Giysilerim? Ayakkabılarım? Mücevherlerim?”

Kadınla adam yine birbirlerine baktılar.

“Söyleyin bana!”

“Mücevherlerinizi de yanında götürdü,” dedi kadın, “ama geri kalan her şeyinizi bıraktı. Biz de onları ihtiyacı olanlara verdik.”

Darcy çığlık attı. Ya da çığlık attığını sandı ancak dünya ağır çekimde dönerken ve kafası suyun altındaymış gibi hissederken bunu duymak zordu.

Ön kapıya koştu ve basamakları tırmandı, sokak insanlarının görüntüleri kafasına doluşmuştu. İnsanların, onun Emilio Gucci pantolonlarını giyip kapı eşiklerine kıvrıldıklarını ve filtresiz Camel sigaralarını tüttürdüklerini, Gucci ceketlerini kendilerine yastık yapmış banklarda uyuduklarını ve Fendi çantalarının içinde uyuşturucu haplar taşıdıklarını hayal etti.

Darcy büyük yatak odasına gitti ve giysi dolaplarını açtı. Bu tıpkı geçici bir karanlığa bakmak gibi bir şeydi çünkü gözleri şimdiye kadar gördüğü en monoton giysiler yüzünden neredeyse kör olmuştu. Pamuklu gömlekler. Spor ayakkabılar ve parmak arası terlikler. Levi Strauss’u bile sıkıntıya düşürecek kadar kot pantolon. Bunlar sadece bir annenin hoşlanacağı türden giysilerdi –kocası ve iki çocuğuyla birlikte yaşayan aşağıdaki annenin.

Tuvalet masasının üzerindeki mücevher kutusuna yöneldi ve kutuyu aceleyle açtı. Kutu boştu. Kir içindeki vitrinlerinde Darcy’nin altın Lacroix bileziklerini, elmas küpelerini, Cartier saatini sergileyen rehin dükkânlarının görüntüsü gözlerinin önüne geldi. Kesik kesik soluyarak, bir zamanlar mücevherlerinin içinde bulunduğu boş kutuya bakarken gerçek sonunda kafasına dank etti.

Gitmişti. Her şey gitmişti. Kahrolası Warren ona ne yapmıştı böyle?

Tuhaf bir biçimde durumun nedenini hâlâ sorgulamıyordu. O sadece ne, nerede, ne zaman, nasıl gibi sorularla uğraşıyordu. Merdivenlerden koşarak indi ve McKinney Sokağı’ndaki Moonsong galerisinden satın aldığı Fransız vazosunun bulunduğu salona yöneldi. Warren’ın planları her neyse Darcy’yi kapsamadığı kesindi, bu yüzden her şeyi olan biri olarak gidip hiçbir şeyi olmayan biri olarak döndüğü bu evde hiçbir şey bırakmamaya kararlıydı.

Vazoyu kaptı ve koltuğunun altına aldı. Şöminenin üzerinde duran gümüş şamdanları aldı ve vazonun içine soktu. Masanın diğer ucunda duran Waterford saati de aldı. Yemek odasında duran şarap rafına doğru gitti ve bu insanların kendisinin ölümü şerefine içecekleri 1996 yılı Penfolds Grange Shiraz şişesini almak istedi.

Bunu evin yeni sahiplerine kendisi vermeliydi. Ancak yeni ev sahipleri geçici deliliğin ne olduğunu biliyorlardı ve geri çekilerek 911’i arayacak kadar akıllı insanlardı. Ancak bunların hiçbiri Darcy’yi durdurmaya yetmedi. Darcy dibe vurmuş olduğunun farkındaydı, yaptıklarının çok aptalca olduğunu biliyordu ancak kendisini tutamıyordu. Onlara Warren’ın yaptığı şeyin umurunda olmadığını söyledi. Yaptıkları kontrat umurunda değildi. Evlilik öncesi anlaşmasını imzalamış olması umurunda değildi. Evdeki eşyalar ona aitti ve onları başkalarına teslim etmeye hiç niyeti yoktu.

Tam da duvarda asılı duran Tarkay ipek baskısını alabilmek için üçüncü bir eli olmasını dilediği anda sokak kapısının çalındığını duydu.

Plano polisi gelmişti.

Polislerden biri sarkık kulakları dışında tam bir av köpeğini andıran yaşlı bir adamdı. Diğeri ise ev alarmı yanlış çaldığı için daha önce de birkaç kez eve gelmiş olan genç bir polisti. Görevinin gerekleri ötesinde, parmağında alyansı olmasına rağmen Darcy’ye iştahla gülümseyen cana yakın bir adamdı. Ancak şu anda kadına bir akıl hastanesi kaçkınıymış gibi bakıyordu. Bu oldukça adildi çünkü Darcy de ona şu anda farklı bakıyordu. Daha önceki gelişlerinde yazlık resmi şortunun altından bacakları çekici görünüyor ve girişteki avizenin ışıkları altında yeşil gözleri ışıldıyordu. Şimdi ise karşısında kendisini yaka paça evden atmak isteyen bir Gestapo görüyordu.

Polisler durumu anladıktan sonra sıkı sıkıya kavradığı şarap şişesi dışında her şeyi aldılar. Evin yeni sahipleri Darcy’ye çantasını uzattılar ve yemek eşliğinde içilecek kırmızı şaraptan çok, deli bir kadından kurtulmanın daha önemli olduğunu belli etmek isterlercesine kadını dışarı çıkarmaları için elleriyle polislere işaret ettiler.

Darcy, kapıya doğru giderken Pepé’yi kucakladı. Yaşlı polis evin yeni sahipleriyle konuşurken genç polis, kadına arabasına kadar eşlik etti. Yaşlı polis birkaç dakika sonra yanına gelerek ev sahiplerinin bir daha evden içeri adım atmayacağına dair söz vermesi halinde davranışları yüzünden şikâyetçi olmayacaklarını söyledi. Darcy polise evlilik anlaşmasının, evlendikten sonra satın aldıkları ev eşyalarını kapsamadığını ve kimsenin onları satmaya hakkı olmadığını anlattı. Yaşlı polis bunu hoş karşıladı ancak konuyu avukatı ve eşiyle aralarında halletmeleri gerektiğini ve şimdilik en iyisinin burayı terk etmesi olduğunu söyledi.

Motoru çalıştırıp araba yolundan geri çıkarken elleri titriyordu Darcy’nin. Dar yol boyunca ilerledi ve direksiyonu Briarwood sokağına çevirdi. Zamanlaması harikaydı çünkü polisler Thornberry’ye doğru yola koyulmuşlardı. Polisler gözden kaybolduktan sonra arabanın yönünü yüz seksen derece döndürdükten sonra yeniden kendi sokağına doğru ilerledi, uzaktan son bir kez evine bakmak istiyordu.

Evi mi? O artık onun evi değildi.

Orası asla onun evi olmamıştı.

O an Mercedes-Benz’in rahatlık konusunda bir adım daha ileri gidip, ön pano üzerine bir şarap açacağı yerleştirmiş olmasını diledi. Sonra, iyi ki yerleştirmemişler diye düşündü yoksa iki yüz dolarlık şarabı sıradan bir bira gibi kafasına dikip bitirebilirdi.

Peki. Artık gerçekçi olmalıydı. Warren’la konuşacaktı. Bunu ona neden yaptığını soracaktı. Cep telefonunu çıkardı ve sekreteriyle konuşmak için Warren’ın ofisini aradı. Onun nerede olduğunu bilen biri varsa, bu mutlaka Lucy’ydi. Ufak tefek, modayla hiç ilgisi olmayan bir kadındı, bu da, kafasında verimlilik, profesyonellik ve organizasyon yetenekleri gibi şeylere yer kalmasını sağlıyordu. Bu nedenle kadının kendisini telefonda kafası karışık bir biçimde karşılamış olması onu şaşırttı. Darcy’ye, Warren’ı iki gündür görmediğini ve üstelik bu öğleden sonra bir müşteri sunumu olduğunu söyledi. Nerede olduğuna dair bir fikri var mıydı?

Darcy şaşkınlıkla telefonu kapattı. Bunlar olmayacak şeylerdi. Warren işine ve o güzel yüklü maaş çekine veda öpücüğü mü vermişti?

Bu onu, midesini daha da bulandıran bir düşünceye sürükledi. Warren evden elde ettiği parayla uzun süre yaşayabilirdi ancak alıştığı hayatı süremezdi. Tabii bunun üzerine başka birikimler yığmadıysa…

Darcy danışmayı arayarak bankaya bağlandı. Vadesiz hesaplarının durumunu sordu. Telefonun diğer ucundaki neşeli banka görevlisi iki gün önce paraların çekilip hesapların da kapatıldığı bilgisini verdi.

Darcy midesinin yavaşça bulandığını hissetti ve kusmamak için kuvvetle yutkundu. Kredi kartlarını çıkarıp birbiri ardına baktı, birinin arkasında arayabileceği 800’lü bir numara vardı. Müşteri hizmetlerindeki görevli, en son yapılan birçok alışveriş ve yüklü bir para çekimi sonucu kredi kartı limitinin dolduğunu söyledi.

Hayır. Kendi kredi kartları olamazdı. Lütfen, Tanrım, benim kredi kartlarım olmasın.

Hiçbir faydası olmayacağını bilerek diğer bankaları da aradı. Aynı hikâye. Artık o çirkin, acı veren gerçeği biliyordu: Warren hayatını yıkmak üzere kurulmuş tek kişilik bir yıkım ekibiydi.

Darcy direksiyonu öylesine güçlü bir biçimde kavradı ki, parmakları acıdı. Beynine oksijen gitmesi için derin bir soluk aldı. Tek bir kuruş parası, tek bir dolarlık kredisi kalmamıştı. Warren’ın her türlü yatırımı vardı ancak Darcy’nin bunların nerede olduklarına dair hiçbir fikri yoktu.

Bunlardan birini kendisine bırakıp bırakmadığına da…

Eve bakarken, çevrede, çıldırıp onları rehin alacak birilerinin olup olmadığına bakmak için panjurlardan kafalarını çıkaran ev sahiplerinin silüetlerini gördü. Bu da onun aklına başka bir fikir getirdi. Bu akşam onun yatağında uyuyacaklardı. Kendisi ise uyuyamayacaktı bile.

Çaresizliğin yerini panik aldı. Şimdi nereye gitmeliydi?

Arkadaşları aklına geldi ancak hiçbirinin gerçek arkadaş olmadığını anımsadı bir an. Onlar öğle yemeklerine, alışverişe ve kocası hayatını elinden alırken Cancun’a tatile gittiği kadınlardı sadece. Hiçbiri gerçek arkadaş değildi. Carolyn’le kalmayı düşünebilirdi ancak kocası bırakın eve taşınmayı, kahve içmek için bile uğrayan arkadaşlarından hoşlanmazdı.

Sonunda evsizlerin barınağı dışında, para vermeden gidebileceği ya da Warren’la içinde bulunduğu çevrenin dedikodu çıkaramayacağı bir tek yer olduğunu anladı. Bunu düşünmek bile tüylerini ürpertmeye yetmişti.

Başka şansın yok.

Arabayı kullanabilmek için gözyaşlarını sildi, sonra da motoru çalıştırdı. Mahalleden uzaklaşarak arabayı Preston Caddesi’ne doğru sürdü. Park Bulvarı’na geldiğinde dişlerini gıcırdattı, sola döndü ve doğu Plano’ya doğru ilerledi.

On dakika sonra Wingate ev parkına girdi, gözleri hâlâ yaşlardan ötürü bulanık olduğu için burası ona yaşanabilir bir yer gibi göründü. Çift enli 38G bölümünde bulunan plastik kepenkli ve yumuşak metalden tentesi olan vinil kaplı bir yapının önündeki sokağa park etti. Sıcaktan boyunlarını bükmüş pembe sardunyalar kapının kenarında duruyordu ve Noel’den kalma ışıklar küçük salon penceresinden aşağı sarkıyordu. “Clayton, şu kahrolası ışıkları sök artık,” diyordu annesi ve babası da onu şöyle yanıtlıyordu: “Onları seneye yeniden takacaksam neden sökeyim ki?”

Darcy uzun bir süre arabada oturdu, hiç istemediği halde yine en başa döndüğü için eve girmeye cesaret edemiyordu.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Akşam Yıldızı

Editor

Beyaz Zambaklar Ülkesinde

Editor

Babam ve Sevgilim

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası