Kitap Adı : | Makalat – Şeyh Safi Buyruğu |
Özetleyen : | Muammer Durak |
Yazarı : | Şeyh Safi Buyruğu |
Dili : | Türkçe |
Yayınevi : | Horasan Yayınları |
Sayfa Sayısı : | 600 |
Özeti İndir |
Özetleyen: Muammer Durak
MAKALAT (ŞEHY SAFİ BUYRUĞU)
Kitap Prof. Dr. Sönmez Kutlu ve Dr. Nizamettin Parlak tarafından tahkik edilip neşredilmiştir.
Eser bir önsöz, geniş bir mukaddime, altı bölüm, üç ek, sözlük ve Makalat’ın orijinal metninden oluşmaktadır.Eserin aslı Şeyh Safi’nin hayathikâyesinive önemli fikirlerini bir ayara toplayan ve Alevîliğin temel kaynaklarından biri olan Ibnu’l-Bezzaz’ın Safvetu’s-Safa adlı eserinin dördüncü bölümünün 17. asırda Kaşifu’l-Kulub adıyla Türkçeye çevirisinden oluşmaktadır.
Mukaddimede verilen bilgilere göre; Şeyh Safiyüddin Erdebili, 650/1252 yılında Hazar Deniz’inin güneybatı kıyılarına yakın bir yerde kurulan Erdebil’ e bağlı Gelhoran kentinde dünyaya geldi. Şeyh Safi, Gilanlı Şeyh Zahid’in 22 yıl müridi olarak ondan eğitim görmüştür. Şeyh Zahid, Şeyh Safi’nin tasavvufi kişiliği ve fikir dünyasının gelişmesinde önemli etkiler bırakmıştır. İntisab ettiği Halvetilik tarikatı ile diğer bazı sufianlayışları sentezleyerek Safeviyye ya da Erdebiliyye adıyla bilinen bir tarikat kurmuştur. Şiraz’da kendisiyle görüştüğü âlimler ve hocasıZahid Gilani, ona Pir-i Türk olarak hitap edermiş. Onun ilmi şeceresinde yer alanların tamamının Türk olması, Türk olduğunun en önemli delilidir. Şeyh Erdebili, h. 735/ m. 1334 yılında Erdebil’de 85 yaşında vefat etmiştir.
Erdebilininkurmuş olduğu tekke başlangıçta Sünni iken daha sonradan Şiîliğe meyletmiş olup,
İran, Suriye, Orta Asya ve Anadolu’da uzun sure etkinliğini sürdürmüştür. İddialara göre İran’daki Safevi Devleti siyasi hâkimiyetini bu tekkesayesinde elde etmiştir. Anadolu’daki Türkmenler tarafından da destek gören Erdebili tekkesi, Anadolu Aleviliği üzerinde önemli etkiler bırakmıştır.
Mukaddime bölümünde muhakkikler Alevi-Bektaşi geleneğinin yalnızca sözlü kültüre bağlı kalmasının sakıncaları üzerinde duruyorlar. Onlara göre bu sakıncaları ortadan kaldırma adıma yazılı kültürün incelenmesi, tahkik edilmesi ve gün yüzüne çıkarılması hayati bir önem arz etmektedir. Bu yönüyle eserin tahkik edilmesinde gözetilen temel gayeler, tarikatın temel kaynaklarını ortaya koyma, bu yapının gerçek kimliği ile birlikte gün yüzüne çıkarılmasına katkıda bulunma ve gerçeğin tezahürüne hizmet etme olarak sıralanıyor.
Herhangi bir felsefi ekolu, mezhebi, tarikatı veya dini bir oluşumu doğru anlayabilmenin ve tanımlayabilmenin yolu, onların tutum, davranış ve fikirlerini bizzat kendi liderleri veya mensuplarının yazdığı birinci el kaynaklara dayalı olarak, olduğu gibi ortaya koymaktan geçer.
Aynı şekilde mevcudiyetlerini muhafaza edebilmeleri de yine sağlam bir yazılı kültürün mevcudiyetine bağlıdır. Bu yüzden de yazılı olarak Dedelerin elinde bulunan Alevi Buyrukları ve yazılı olarak Bektaşi Dedelerinin elinde bulunan Makâlât ve Erkannâmeler olmaksızın sözlü kültüre dayalı bir Alevi ve Bektaşiliğin varlığını sürdürebilmesi mümkün değildir.
Sadece sözlü kültürden hareketle, Aleviliği, din, kültür, mezhep, meşrep, felsefi görüş ve hayat tarzı olarak tanımlamak, Aleviliği kendi çerçevesinin dışına taşımakta, sınırlarını zorlamakta ve onu her geçen gün etkisini azaltarak, yerini tarihin derinliklerine gömülmeye mahkûm bir külte ya da mitolojiye dönüştürmektedir.
Muhakkiklere göre bugün Aleviliği her türlü suiistimalden kurtaracak önemli bir fırsat doğmuştur. Bu da yazılı kaynaklar üzerinden Aleviliğin yeniden incelenmesi fırsatıdır. Dikkatlice yapılacak bu tür araştırmalar sayesinde Alevi yazılı kültürünün içine tahrifat niyetiyle sokulan Şii unsurlar da ortaya çıkarılacaktır.
Çünkü özellikle Safevi tekkesine ait Alevi metinleri, 17. Asırdan itibaren Şii unsurların dâhil edilmesiyle Şiileştirilmeye çalışılmıştır. Mesela yine Şeyh Safi’ye ait Makalat ve Menakib adıyla bilinen eserler, çoğaltılırken müstensihler tarafından önemli tahrifatlara uğramıştır. İlk metni ortaya çıkarmadan, sonraki dönemlerde yazılmış bir yazma esas alındığında, Şiileştirilmiş bir metni Aleviliğin metni olarak göstermiş oluruz. Bu da Aleviliğin Şiilik olarak gösterilmesiyle sonuçlanabilir.
Muhakkikler bu hususta son olarak su tespite yer veriyorlar “Uzun zamandır Alevi yazmaları üzerinde yaptığımız çalışmalar sonucunda gelenekli ve sahih Aleviliğin ortaya konulması için Aleviliğe ve Bektaşiliğe ait yazılı kaynakların asıl metinlerinin tespit edilerek yayınlanmasının şart olduğu kanaatine vardık.”
Kitabın mukaddime kısmında eserle alakalı sözü edilen tahrifatlara işaret edilmiş ve Şeyh Safi Buyruğu’nun Safevi devletinin kuruluşu sürecinde ne şekilde mezhebi bir tahrifata uğradığı ve Şiileştirildiği geniş bir tablo halinde verilmiştir.
Mesela ilk Safvetu’s-Safa yazmalarında, Şeyh Safi’ye yöneltilen bir soruya su şekilde cevap verdiği aktarılmaktadır: “Biz sahabenin mezhebindeyiz; dördünü de severiz; dördüne de dua ederiz. Ruhsat yolunu değil, azimet yolunu tutarız.”
Bu ifadeler, daha sonraki nüshalarda: “Şeyhe mezhebini sordular; dedi ki: Allah’ın salâtı ve selamı ona olsun, Hz Peygamber; “Sen bana, Musa’ya Harun ne menzildeyse, 0 menzildesin” buyurdu; “O’nun ve Masum evladının mezhebindeyiz; onlara şiddet, musibet zamanlarında yardımcı olanlara dostuz; düşmanlarına ve onlara zulmedenlerine düşmanız” seklinde değiştirilmiştir.
Bu mukaddimeden sonra kitapta Safvetu’s-Safa’run Dördüncü Bölümünün çevirisi olan Kaşiful-Kulub’un Osmanlıca metnine yer verilmiş. Muhakkiklere göre “Şeyh Safi’nin görüşlerini bir araya toplayan bu eser, Hacı Bektaşi Veli’nin Makalat’ı kadar önemli ve etkilidir.”
Kitabın aslını teşkil eden Kaşiful-Kulub altı bölümden oluşmaktadır. Bunlar: Kelam-i Kadim in ayetlerinin tahkikleri, hadis-i şeriflerin tahkikleri, meşâyihın kelimât ve ibarelerinin tahkikleri, meşâyih beyitlerinin tahkikleri, zevâcir ve nesâyihla ilgili kelimât-i mutlaka ve kelimat-i mensfuelerfir. Ayrıca eserin sonunda, Şeyh Safi’nin silsilesi, şecere ve nesebnâmesi de yer almaktadır.
Kelam-i Kadim’in Ayetlerinin Tahkikleri adlı 1. fasıl taliplerce, Kur’an ayetleri ile ilgili bizzat Şeyh Safi’ye sorulan soruları ve onun bu sorulara verdiği cevapları içermektedir. İkinci kısım ise Şeyh Safi’nin bazı ayetlerle ilgili çeşitli yorum ve sözlerini konu edinmektedir. Her iki alt başlıkta, 50’den fazla ayetin tasavvufî açıdan yorum ve tevili yapılmaktadır. Birkaç misal verecek olursak;
فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا
Ayet-i kerimedeki “Salih amel” den murad nedir? Şeklindeki bir soruya söyle cevap veriyor: Ayet-i kerimede zikri geçen salih amelden murad bütün farzları, sünnetleri ve şeriatın adabını yerine getirmek, Allah’ın kullarından hiç kimseyi incitmemek, hiç kimsenin nefsine ve malına zarar vermemek, Allah’ın dinine fesad getirmemektir.
الَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللَّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
Ayet-i kerimesi ile alakalı olarak zikir öncelikli fikirden bahsediyor ve tefekkürü zikrin bir neticesi olarak değerlendiriyor.
إِنَّمَا يَخْشَى اللَّهَ مِنْ عِبَادِهِ الْعُلَمَاءُ إِنَّ اللَّهَ عَزِيزٌ غَفُورٌ
Ayet-i kerimesi üzerinde durularak ilmin mahiyeti ve önemi, ehl-i ilmin dindeki yerine dikkat çekiyor.
فَانْظُرْ إِلَى آَثَارِ رَحْمَةِ اللَّهِ كَيْفَ يُحْيِي الْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَا إِنَّ ذَلِكَ لَمُحْيِي الْمَوْتَى وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
Ayet-i kerimesi ile alakalı olarak söyle bir yorum yapılıyor: Nasıl ki kış mevsiminde kurumuş, dökülmüş, donmuş nebatat baharın gelmesi ile hayat bulur canlanır. Salikin gönlü de zikrullah ile ve nefs-i emmârenin esaretinden kurtulmakla hayat bulur canlanır. nefs-i emmârenin zebunu olanlar ise hep kış yaşarlar ve bahara ulaşıp hayattâr olamazlar.
الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلَاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنْفِقُونَ
Namaz insanın gönlüne inşirah verir ve ruhu inkişaf ettirir. Böylece müminin gönlü mekşûf (açık) olur. Gönlü mekşûf olanın eli de mekşûf olur. Elin açıklığı gönlün açıklığındandır.
وَأَقِمِ الصَّلَاةَ طَرَفَيِ النَّهَارِ وَزُلَفًا مِنَ اللَّيْلِ إِنَّ الْحَسَنَاتِ يُذْهِبْنَ السَّيِّئَاتِ ذَلِكَ ذِكْرَى لِلذَّاكِرِينَ
Her kim tevbekâr olup muhlisâne âmâl-i sâliha ile meşgul olsa, riyazete girip zikrullâha mudâvemet etse Allah Teâlâ onun evsaf-i zemîmesini evsaf-i hamîdeye tebdîl eder.
Muhakkikler bu bölümde bir hususa da dikkat çekiyorlar: Şeyh Safi’nin, Kelâmullah Ayetlerinin tahkiki bölümünde yapmış olduğu yorumlar tamamen kendine özgü ve özellikle Şiîlikten uzaktır. Mesela Şiî çevrelerce “Tebliğ Ayeti” olarak bilinen “Ey elci! Rabbi’nden sana indirileni duyur. Eğer bunu yapmazsan O’nun elciliğini duyurmamış olursun.” mealindeki ayet, Şia’nın imamet fikrinin ispati açısından sıkça öne sürdükleri delillerden birisidir. Böyle olmasına rağmen Safi, bu yorumlara yer vermez. Buna ilaveten ayeti Allah’ın Peygamber Efendimize verdiği şeyi halka ulaştırması seklinde yorumlamaktadır.
Tebliğ Ayeti’nin tefsirine Şiî kaynaklardan bakıldığında Şeyh Safi’nin yorumlarının dışında bambaşka bir anlayışla karşılaşılır. Şia’ya göre; Allah Teâlâ, Efendimize Hz.Ali’ yi kendi yerine geçirmesini, halka hükümet için seçmesini ve insanlara onun velayet makamını bildirmesini emretmiştir. Ama Efendimiz hâşâ halkın, bu hareketinin amcası oğlu Hz. Ali’ye karşı ilgisinden kaynaklandığını düşünmelerinden ve bu yüzden kendisini eleştirmelerinden çekinmiştir. Nihayet “Ey EIçi! Rabbinden sana – Ali b. Ebi Talib hakkında – indirileni tebliğ et. Eğer (bu görevi) yapmayacak olursan, O’nun elçiliğini tebliğ etmemiş olursun” ayeti gelmiştir. Bu emri aldıktan sonra da Efendimiz, Gadir Hum günü Hz. Ali’nin velayetini ve halifeliğini ilan etmiştir. Şeyh Safi’nin yorumlarında ise böyle bir bakış açısı bulunmamaktadır.
Hazreti Peygamber (SA V)’in Hadislerinin Tahkîkâtı (Yorumları) ve Bazı İtirazların Açıklanması adlı II. Bölüm (Fasıl), Efendinizin (SA V)’in bazı hadisleri hakkında taliplerin sorulan ve Şeyh Safi’nin onlara verdiği cevaplardan ve tasavvufi yorumlardan oluşur. Birinci kısım daha çok hadisler üzerine açıklamaları; ikinci kısım ise, hadislerle ilgili bazı itirazlara verilen cevapları ele almaktadır. Her iki başlıkta 50 hadisin tasavvufi yorumu yapılmaktadır.
Şeyh Safi bu bölümde, Efendimizin suretinin ruhani olduğunu ve gölgesinin olmadığını; Efendimizin karnına taş bağlamasının sebebinin sadece açlık olmadığını; Allah diyen kimseler olduğu müddetçe kıyametin kopmayacağını bildiren hadis-i şerifi, ibadetin on bölüm olduğunu ve bunun dokuzunun helalinden kazanmak olduğunu haber veren hadis-i şerifi tasavvufî açıdan yorumlamaktadır. Mesela helal kazançla alakalı hadis-i şerifi şöyle yorumlamakta: Her ne zaman ki helal lokma bir insanın karnına gitse onun gönlü kuvvet-i tâatla dolar, eğer bir kimsenin haram lokma karnına gitse onun da gönlü zikrullâha karşı soğur.
Şeyh Safi bu bölümdeki değerlendirmelerinde Allah dostları olan velileri üç kısma ayırıyor. Yani Şeyh Safi’ye göre üç kısım veli vardır. Birincisi, veli kendisinin veli olduğunu bilir, ancak halk onun velayetini bilmez; ikincisi, halkla beraber velinin bizzat kendisi de velayetini bilmez; üçüncüsü ise veli kendisinin veli olduğunu bilmez, ancak halk onun veli olduğunu bilir.
Eserdeki Hz. Peygamber’in hadisleri üzerine soru-cevap kısmında Şeyh Safi bazı ayetlere de yer vererek bir takim açıklamalarda bulunuyor. Bu bölümde hadis diye rivayet edilen “Kendini bilen, Rabbini bilir.” Sözü de Şeyh Safi tarafından değerlendiriliyor. Ona göre bu söz ile şu husus kastedilmektedir; nefsinin ayıplarına muttali olan kimse, onun ıslahına yönelerek Rabbine tevbe ve istiğfarla teveccüh eder.Bu görüşlerini bir misal ile açıklayan Şeyh Safi bir kimsenin üzerinde pislik görmesi durumunda, hemen onun temizliği ile meşgul olacağına ve sonunda 0 pislikten kurtulacağına işaret ediyor. Aynı şekilde nefsini kirli duygu ve düşüncelerden arındıran kimsenin Hak Teâlâ’nın azabından kurtulacağını ve böyle birisinin durumunun, tuzaktan kurtulup da uçup giden kuşa benzediğini ifade eder.
Eserin “İnsanın Hâlâtı Üzerine Tahkikat” adlı bölümünde bir hak yolcusunun manevi yolculuğunda karsılaşacağı haller ve dikkat etmesi gereken hususlar üzerinde durulmaktadır. Bu çerçevede vakit, makam, hal, kabz ve bast, heybet ve üns, tevâcüd, vecd ve vücud, cem ve fark ve beka, gayb ve huzur, sahv ve sukr, zevk ve şürb, mahv ve isbat, setr ve tecelli, muhazara, mükaşefe, müşahade ve muayene, levayih, levami, ve tavali, bevade ve hücum, telvin ve temkin, kurb ve bu’d, şeriat, tarikat ve hakikat, havatir, ilme’l-yakin, ‘ayne’l-yakin ve hakka’l-yakin, varidat, şahid, nefs, ruh ve sırr gibi konulara yer verilir.
Bunlar arasında “Vakit” ile ilgili bahiste “sufinin ibnu’l-vakt” olduguna, Kabz ve Bast bölümünde “Müminin kalbi Rahmanın parmaklarından iki parmağı arasındadır, dilediği gibi onu çevirir,” Yakinle alakalı yorumları ise şöyledir. ( Kitabın orijinal dili ve üslubuna dair bir fikir vermesi amacıyla kitabın aslından sadeleştirilmemiş bir bölüm)
“İlme’l yakin bir ilmdür ki iktisâbile ve teallümile hasıl olur ve bu ilimde iman bi’l-gayb olur ki “Ellezine yu’minüne bi’l-gaybi … : Onlar gabya inanırlar”.anlarun hakkındadur. Ya’ni bu ‘ilmi kesbile hasıl idenler hakkındadur.
“Ve ‘ayne ‘l- yakin” bir ‘ilmdür ki ‘amel-i salihile hasil olur. Vakta ki bir kimse ilme’l- yakini ‘amele getürse, ‘ilm, ‘ayn olur. Pes, ol kimse görür ve ana yakin hasil olur.
Ve ‘ayne’l- yakinde, Şeytan’un hiç mecali ve medhali yokdur. Ya’ni Şeytan, sahib-i ‘ilmel- yakine iğva idub yoldan dönderemez, amma ilme’l-yakinde Şeytan’un mecali ve medhali vardur.
Ve “Hakka’l-yakin” bu ikisinün neticesidür. Ya’ni ki ‘ilme’l-yakin, ‘amele getüreler dahi ‘ayne’l-yakin, hasil ola, bu ikisinün izdivacından nusret-i ilahi ile basiret-i kalb mekşuf olur ve şol nesneyi ki şahs ‘ayne’l-yakin ile göre, ol nesnenün hakikatini gösterür, Şöyle ki Resul Hazreti: “(Allahumme) erinâ el-eşyâ kemâhiye: Allahım! Eşyayı oldukları gibi bana göster. ” diyu buyurdı ve “kemâhiye” eşya hakikatidur. Eşyanun şundan ötürü ki salik gah olur ki bir nesnenün suretin görür, ma’nisi ana muvafık degül. Pes, murad-i Peygamber -Sallallahu ‘aleyhi ve sellem- “kemâhiye” den, ol eşyanun me’anisi ve hakayıkıdur.”
İlme’l-yakin, ehl-i şeri’ata olur ve ‘aynel-yakin, ehl-i tarikata olur ve Hakka’l-yakin, ehl-i hakikata olur. ‘Ilme’l-yakin, suret ile ve suret göziyle kesb olunur. ‘Ayne’l-yakin, sıfatla ve hakikat göziyle kesb olunur, hakka’l-yakin ma’na göziyle idrak olunur.
Meşayih Beyitlerinin Tahkiki isimli Bölüm Şeyh Safi’ den önce yaşamış bazı büyük sofilerin şiirlerinden alıntılar ve onlar üzerine Şeyh Safi’nin yorumlarını içermektedir, Bu şairler arasında Mevlana, Evhadeddin Kirmani, Şeyh Attar, Fahruddin Iraki, Ahmed Cami, Şeyh Ruzbehani, Senayi ve Hakani gibi meşhur şairler bulunmaktadır. Şeyh Safi, bu bolümde adı geçen şairlere ait bazı şiirleri yorumlamaktadır.
Eserin “Zevacir ve Nesayih” bölümünde bir sofinin nefsini terbiye edebilmesi için onu teşvik edici hikâye ve beyitlere yer verilir. Kimi zaman da bazı hadis metinlerinin nakilleri yapılır. “La ilahe illallah benim kalemdir. Kim kaleme sığınırsa, azabımdan emin olur.” mealindeki hadis bunlardan birisidir.
Kitapta yer alan “Bazi Kelimat-ı Mensure” bölümünde dünyanın faniliği, ilahi aşkın güzelliği, helal rızık, izzet-i nefis sahibi olmak ve tasavvuf felsefesinin örneklerini içeren beyitler ve bunların açıklamaları bulunmaktadır. Eserin değişik nüshalarında yer alan mensure kelimat bölümünde ise şeriat, tarikat ve hakikatin anlamları daha da açık hale getirilmektedir. Ehl-i tarikin amelleri, ehl-i hakikatin amelleri ve bunların açıklandığı fasıllarda da edebe dair ahlaki öğütler yer almaktadır,
Sonuç
Şeyh Safi’nin Makalat isimli eseri mezhebî kaygılardan uzak, Müslümanların genelinin inancını yansıtan, içinde bulunduğu dönemin ve şartların etkisiyle oluşturulmuş tasavvufî bir eser görünümündedir. Eserde Ku’ran ayetleri, hadis metinleri, ahlaki tavsiyeler, şiirler ve hikmetli sözler çokca yer almaktadır. Bu yönüyle sadece Alevi-Bektaşi çevrelere değil, Müslümanların geneline hitap eden bir özelliğe sahiptir.