Böylece şair Necip Fazıl’ın, bir başka yönünü; dava adamı kimliğini daha yakından tanıyor, siyasal mücadelesine tanık oluyoruz. Onun CHP’ye bakışını; CHP’nin ona bakışını, davasını, Adnan Menderes’e ve Demokrat Parti’ye ilişkin değerlendirmelerini, dönemin kimi bürokratlarına ilişkin düşüncelerini…
Mektuplar bir başka açıdan da dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in Necip Fazıl’la ve basınla olan ilişkilerine ışık tutuyor. Yakın tarihin, ama çoğu henüz karanlıkta kalmış, örtülü bir tarihin perdelerini aralıyoruz.
Zayıf bir ışık süzülebiliyor ancak tarihin bu karanlık odasına… Süzülüyor ve yalnızca birkaç tozlu sayfanın üstüne düşüyor. Görünen ve okunabilen birkaç sayfa.
ÖNSÖZ
Bizde, eskiden beri süren bir anlayış var; şairleri bir bilge olarak görmek. Nedense onlara insanüstü nitelikler atfediyoruz. Toplumsal sorunların çözümünde şairlerin bir ermiş olduğuna inanıyoruz; bir ahlâk ve dava âbidesi. Bu nedenle, kusursuz olduklarını düşünüyor, hata yapmayacaklarını tasavvur ediyoruz. Böylece, onların adlan ve yaşamları çevresinde bir menkıbe halesi oluşuyor, ayaklan yerden kesiliyor, efsanevî bir kahramana dönüşüyor şair. Bunda şairlerin payı yok mu? Az ya da çok vardır herhalde. Şairlerdeki ‘mürşit’ edası. Evet, bizim şiirimize özgü bir gelenek sanırım bu mürşit edası. Üstat Ekrem ve onun çevresindekiler, Muallim Naci ve onun çevresindekiler, Yahya Kemal’in sohbet halkası, ‘mavi gözlü dev’ Nâzım Hikmet, Üstat Necip Fazıl… Üstatlar ve şâkirdleri… Böyle bir halka var kimi şairlerin etrafında; günümüzde bile az da olsa bu geleneğin izleri görülüyor. Bunun sonucunda öne çıkan, şairin menkıbevî yaşamıdır, yapıttan o efsanevî sisler arasında görünmez olur artık. Yaşam, yaptı, geçmiş ve hatta yapıtı perdelemekte, dokunulmaz kılmaktadır. Oysa bu, bir şaire yapılacak en büyük kötülük. Çünkü artık, onun göz nuru yapıt yok, kendi dışında oluşturulmuş menkıbevî yaşam öyküleri vardır. ‘Şairin hayatı şiire dahil.’, doğru ama, bu artık onun yaşamı değil ki!… İşte böyle bir ortam, yapıtlar üzerinde çalışma yapmak isteyenlerin önüne daha başta engeller koyar, efsane tabakalarını aşmak ve yapıta yalın bir gözle bakmak zorlaşır, hatta kendinizi kaptırıp, bu efsane tabakasına bir öykü de siz ekleyebilirsiniz. Bir kartopu gibi efsane katlanarak büyür de büyür… Bu yetmezmiş gibi, bir de dokunulmazlık çemberine ahrur ‘bilge şair’. Onun da bütün insanlar gibi aynı zamanda et ve kemikten yaratıldığını, kusursuz olamayacağını söylemeye kalktığınızda, homurtular yükselmeye başlar efsane yazarları ve okuyucularından; hatta tehditvâri sözler dökülür ağızlardan veya insanî bir hata yaptığı duyulduğunda şâir i âzamin, büyük hayal kırıklıkları yaşanır. Ustada yakıştırılmaz bunlar… Bu menkıbe düşkünlüğü ve muhafızlığı neden?… Bilmiyorum; ama bu kitabı hazırlarken böyle zorluklar yaşıyorum, kimilerinden serzenişler gelecek, kimileri homurdanacak, kimileri hayal kırıklığına uğrayacak, kimileri de işine öyle geldiği için alkışlayacak; bak diyecekler Necip Fazıl’a bak neler yapmış! Oysa her şey ortada, Necip Fazıl bunları saklamıyor, kendi de burada söz konusu edilen olayların büyük bir bölümünü aslında Benim Gözümde Menderes, Cinnet Mustatili, Babıâli gibi yapıtlarında anlatmakta. Ama herhalde bu efsane hâlesi nedeniyle çoğu insan bunları görmek, duymak istemiyor… Şairin menkıbesi/efsanesi, yapıtlarını aşıyor, aşmış.
Kimse kırılmasın, hayal kırıklığı yaşamasın ve kızmasın, bu yapıtta söz konusu edilen belgeler, ilişkiler, Necip Fazıl’ın edebî kişiliğine hiçbir zarar getirmez. Çünkü şairi muhkem kılan, asıl yapıtları; yazdıklarıdır, yaşamı değil. Böyle bakmalı, böyledir zaten.
Bu kitap, 1950 60 arasında Necip Fazıl’ın, dönemin Başbakanı Adnan Menderes’le ve Demokrat Parti ile ilişkilerini, Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’ nde bulunan birtakım resmî belgeler ve mektuplar ışığında irdeliyor. Mektuplar ve Malatya Müdafaanâmesi Osmanlıca ve Kısakürek’in el yazısıyla kaleme alınmış. Bunları günümüz Türk alfabesine aktardık. Kitaba Malatya Müdafaaname’sini aldık; çünkü elimizdeki metin, Kısakürek’in Müdafaalarım adlı kitabındaki metinden farklı. Bir de Müdafaalarım’daki metin eksik. Tam metni ilk kez yayımlıyoruz. İki metin arasındaki farkları kitapta gösterdik. Kısakürek bu müdafaanameyi okuması için mahkeme öncesinde, bir mektupla Başbakan Menderes’e göndermiş.
Bu yapıtta ilk kez yayımladığımız belge ve mektuplarda, şairin Büyük Doğuyu çıkarmak için verdiği mücadeleyi, karşılaştığı engelleri, dergi/gazete hakkında tutulan raporları, yasaklama, kapatma kararlarını, hapis günlerini, aldığı yardımları, yerinde duramayan hiperaktif kişiliğini, dünyaya üstten bakan ‘ben’ini bulmak mümkün… Evet, bütün bunları görmek mümkün mektuplarda. Böylece şair Necip Fazıl’ın, bir başka yönünü; dava adamı kimliğini daha yalandan tanıyor, siyasal mücadelesine tanık oluyoruz. Onun CHPye bakışını; CHPnin ona bakışını, davasını, Adnan Menderes’e ve Demokrat Parti’ye ilişkin değerlendirmelerini, dönemin kimi bürokratlarına ilişkin düşüncelerini… Mektuplar bir başka açıdan da dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in Necip Fazıl’la ve basınla olan ilişkilerine ışık tutuyor. Yakın tarihin, ama çoğu henüz karanlıkta kalmış, örtülü bir tarihin perdelerini aralıyoruz. Zayıf bir ışık süzülebiliyor ancak tarihin bu karanlık odasına… Süzülüyor ve yalnızca birkaç tozlu sayfanın üstüne düşüyor. Görünen ve okunabilen birkaç sayfa.
Hâlâ her yan karanlık tarihin bu odasında, öte yandan hâlâ her yerde efsanenin ağır havası…
Alâattin Karaca
DAVA ADAMI OLARAK NECİP FAZIL VE DEMOKRAT PARTİ
Necip Fazıl, iki yönüyle öne çıkmış ve toplumda derin izler bırakmış bir şahsiyet. Bunlardan ilki, kuşkusuz şairliği. Tanzimat’tan sonra uzun süre, metafizik dünyaya sırtını dönen; en azından metafiziği arka plâna atan Türk şiirine metafiziğin kapılarını yeniden açan, ‘şiir, Mutlak Hakikat’i arama işidir.’ diyerek, poetikasını bu amaç doğrultusunda düzenleyen; daha doğrusu Cumhuriyet döneminde, belki de ilk olarak lâik poetikadan dinsel poetikaya dönen ilk şair. Diğer önemli yönü ise, toplumsal alandaki aksiyoner fikir adamlığı. Şair olmak yanında, toplumu kendi düşünceleri doğrultusunda uyandırmaya, bilinçlendirmeye çalışan bir lider, bir dava adamıdır aynı zamanda Kısakürek. Kitleleri peşinden koşturmuştur. Bu anlamda, örneğin Ahmet Haşim, içe dönük bir tabiat mistiğiyse, Necip Fazıl dışa dönük bir toplum mistiğidir. Çıkardığı süreli yayınlar, özellikle kimi kez günlük ya da haftalık olarak çıkardığı Büyük Doğu ve kurduğu Büyük Doğu Cemiyeti bu yönünü açık biçimde yansıtır. İlk sayısı 17 Eylül 1943’te yayımlanan Büyük Doğu, Kısakürek’in siyasal/toplumsal mücadelesindeki en etkili yayın organı. O nedenle bu dergide/gazetede, din karşıtı görüşlere ve siyasete amansız bir savaş açmış, çarpıcı manşetler, sert yazılar ve polemiklerle muarızlarına meydan okumuş, hücum oklarını onlar üzerine yağdırmıştır. Doğallık la, bu yazılardan dolayı sık sık yargılanmış, Büyük Doğu kimi kez toplatılmış, çeşitli aralıklarla kapatılmış, şair birkaç kez hapse girmiştir. Örneğin aşağıda ilk kez yayımladığımız belge, Büyük Doğu’nun ve Necip Fazıl Kısakürek’in hem muârızlarınca nasıl görüldüğünü, hem de siyasal/ düşünsel kimliğini göstermesi bakımından ilginçtir.
Ankara: 18.2.1944
TC
Başvekâlet
Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü
Daire: İç Yayın. Sayı: 4376/1275
Başvekâlet Yüksek Makamına;
İstanbul’da haftada bir yayımlanan (Büyük Doğu) mecmuasının 10 ila 18 inci sayıları hakkında umum müdürlüğümüz İç Yayın Dairesi Müdürlüğü’nce verilen rapor ilişik olarak yüksek saygılarımla sunuldu.
Basın Yayın Umum Müdürü
Selim Sarper
imza
Ankara: 17.2.1944
TC
Başvekâlet
Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü
Daire: İç Yayın. Sayı:
Umum Müdürlük Yüksek Makamına;
Necip Fazıl Kısakürek tarafından İstanbul’da haftada bir yayınlanan (Büyük Doğu) mecmuasının 1 ila 9 uncu sayılarında; dini propaganda, sonra da sömürgelerinde, dominyonlarında milyonlarca İslam bulunan devlerin politikasına dayanan bir hareket ve çabalama güttüğü evvelce arz edilmişti.
Necip Fazıl Kısakürek; def’âtle yapılan ihtarlara rağmen, aynı maksat ve aynı yolda yürümekte devam ettiğinden bu kere 10 ila 18’inci sayılar üzerinde incelemeler yapılarak keyfiyetin bir kere daha açıklanması cihetine gidildi.
(Büyük Doğu)’nun en karakteristik yazılan; “Büyük Dogu’ya Doğru”, “1001 Çerçeveden”, “Tanrı Kulundan Dinlediklerim” başlıktan alandadır.
Necip Fazıl Kısakürek; Bundan evvelki raporda bildirildiği üzere zaman çerçevesinde gerçekleştirilecek bir oluşa
varma veya bir varışı oldurma davasıyla mecmuasına (Büyük Doğu) adını verdiğini söylemektedir.
Bu din mayalı “Bir oluşa varma veya bir varışı oldurma.” bütün yazılarda bazen gizli bazen apaçık daima ön plandadır. Mesela; 10′ uncu sayıda “Atatürk dirilecek. İşte o gün başımızda bulunacak olan şahsiyet kurtarıcılık ruhiyle ve maddesiyle de Atatürk’ten başkası olmayacaktır.” diyerek maksadını Atatürk adıyla maskeliyor. Daha sonraki sayılarda pervasızca bir yazılış buluyoruz. Muhtelif sayılara serpilmiş olan bu yazılardaki bazı parçaları bir araya getirmekle; pervasızlığın hadsiz ve hudutsuz olduğu da ayrıca görülür;
“Meşrutiyetten cumhuriyete ve cumhuriyetten ikinci dünya harbine gelinceye kadar süren üç merhale, ufak tefek kemiyet farklarıyla, hesapsız ve kitapsız batıya hayranlık, dünyayı ve nefsini müşahede altına almamak hastalığının yekpareleştiği bir bütündür. Ve işte şimdi bu hengâmenin fikri ve ahlâki buhran hengâmesinin ta merkezindeyiz.
Ahlaken iflas buhranlarının en korkuncunu geçirmekteyiz. Türk inkılâbı bir ahlâk telakkisi ve bir ahlâk yasası getirmedi.
Ahlâkın kaynağı dindir. Bizim ahlâkımız da Müslümanlık ahlâkıdır ve olması lâzımdır. Zaten topyekün bütün cemiyeti ana çizgilerini İslam ahlâkının potasında eriyerek almıştır. Dünyanın en tezatsız ahlâkı İslam ahlâkıdır.
Ne olmuşsak İslam ahlâkı yüzüsuyu hürmetine olduk. Biricik ve olabilecek ahlâk kaynağımız İslam ahlâkıdır.”
Dalkavukluk, iltimas, hırsızlık, rüşvet, fuhuş, içki, kumar, hile, yalan, riya, nefret, şüphe, istihza, kargaşalık bugünkü cemiyete mal edilirken yine İslami ahlâk, din ahlâkı ve din propagandasından kuvvet alınarak söylenmektedir.
…