Hayatı boyunca hiç kaybetmeyen tek adamım ben.
Bir ölümsüz gibi yaşamayı başardığımı düşünüyorum ve öleceğime hiç inanmıyorum; ama olur da bir gün ölürsem, benden bahsederken sakın ‘Hayatını Kaybetti.’ diye bir ifade kullanmayın; çünkü ben ölmüşsem asla hayatı kaybetmemişimdir.
Ben ölmüşsem mutlaka ölümü kazanmışımdır.
Dünyanın En Akıllı İnsanı Şimdi de
‘Sadece Başbakan Okusun’ diyor!
‘Sadece Başbakan Okusun’ kitabı Kashna Dahi Fabrikası’nın kurucusu, Dünyanın En Akıllı İnsanı Erdal Demirkıran tarafından yazarın 8. kitabı olarak kaleme alınmıştır.
Yazarın ifadesine göre 2016 yılında yaşanmış gerçek bir hikayeden esinlenerek vücuda getirilen kitap, roman tadında yazılmıştır. Naravenya Cumhuriyeti’nin Başbakanı olan Barkudza, bir gün durduk yerde bir zarfın üzerinde ‘Sadece Başbakan Okusun’ yazan bir mektup alır, mektupta yazılanlar başbakanı çok etkiler. Bu yazışmalar esrarengiz bir şekilde tek taraflı olarak devam ederken, başbakan bambaşka bir insana dönüşür ve ülkesini dünyanın en muazzam gücü haline getirir.
Kitapta trafikten teröre, ekonomiden dış politikaya kadar yüzlerce soruna, akla biraz fazla uygun çözümler sunan yazara,
– Kitabınızı özetler misiniz?
diye sorduğumuzda,
– Bu kitap başbakana gelen o mektuptur!
diye cevap vermiştir.
Hikayesiyle büyüleyici bir etki bırakacağından hiç şüphe etmediğimiz bu kitap, içindeki 100’ü aşkın akıl almaz projeyle de okuyucusunu şaşkına çevirecektir
Yağmur haddini aşmıştı. Siyaha çalan koyu gri gökyüzü, bu kadar kararıp yeri ıslatamadığı için sinirleniyordu, alışık olmadığı kalabalığa. Şaşaası neredeyse ta Mars’tan gözüken binanın önünde sırf onu görebilmek İçin çakan şimşeklere, gürleyerek kabadayılık yapan gökyüzüne aldırış etmeden sıraya geçen ıslak yüzler, kim bilir yarın neler anlatacaklardı arkadaşlarına…
Kurşungeçirmez yapısıyla bir tank kadar güvenli olduğu hissini veren simsiyah camlı o acayip araba, kıvrılarak binanın önüne gelen ana caddede görününce, az önceki belirsiz uğultu telaşlı bir alkışa dönüştü. Gözlerin bir an bile aynlamadığı, sadece ‘Hayret’ kelimesiyle İfade edilebilecek muazzam araç, koşan bir çocuğun, saçlarıyla gövdesinin aynı anda hareket etmesi kadar kusursuz olan uyumuna denk bir ahenkle yanındaki irili ufaklıkoruma araçlarıyla binanın ana kapısının önüne yaklaştı, yavaşladı ve sanki yüzyıldır hep ordaymış gibi durdu.
Onu yakından görme ayrıcalığını elde etmek için sabırsızlananlar, hiç tanımadığı şemsiyelerin altında arkadaşlıklarının 40. yılını kutlayanlar, yere düşen gözlüğünün kırılmasına değil de, az sonraki manzarayı göremeyeceği için üzülenler ya da herkes siyah camın arkasındaki heybetin arabadan inişini bekliyordu. Burası Naravenya Cumhuriyetİ’nin başbakanlık binasıydı, arabadaki önemli adamsa çiçeği burnundaki başbakan Kash Barkudza…
Hayretin sağ ön kapısından dışarıya uzatılan siyah şemsiye açıldı ve sanki arabayla bir bütünmüş gibi sağ arka kapıya doğru yöneldi. Şemsiyenin altından uzanan el kapıyı açtı. Başbakan sağ ayağını dışarıya doğru uzatırken, diğer eliyle şemsiyeyi tutan adam, bütün diğer korumaların yaptığı gibi, sol elini ‘Büyük adamın başı çarpmasın!’ diye avuç İçi kafasının üstüne gelecek şekilde kapının üstüne yerleştirdi. Uzaktan bakan biri, sıradan insanların bile hiçbir zaman başını oraya vurmadığını bilirdi ve bu el hareketinin hem gereksiz hem de komik olduğunu düşünürdü. Ama o an herhangi bir tepkiveremezdi; çünkü arabadan inen asla bir insan değildi, başka bir şeydi. ‘Eğer o itiraz etmiyorsa buna, mutlaka bir bildiği vardır!’ diyerek suçluluk bile duyabilirdi o uzaktan bakan biri.
Onu karşılamak için saatlerdir gökyüzüne kafa tutarak bekleyen kalabalığa, bir yıldızın kayıp gözden kaybolması kadar kısa bir süre el salladı ve kırmızı halılarına basarak odasına doğru yöneldi başbakan, özel bir çaba harcamadan, boynunu dik tutarak yürüyordu kırmızıdan geçerken. Sanki başbakan olsun diye yaratılmış bir bedeni, ince ve uzun yüzüne doğuştan yerleştirilmiş bir kartal bakışı vardı Barkudza’nın. 18 katlı dev binanın kapısı açık olan asansörü buğday tenli büyük adamı korumalarıyla birlikte katına taşımayı bekliyordu. Önce, her köşede bir tehdit bir tehlike arayan korumalar bindi asansöre. Asansördü altı üstü, birkaç metrekarelik küçük bir kutuydu hepsi; ama onlar tavanda, tabanda, tuş panelinde tehlike aradılar. Arındırılan asansöre bindi başbakan. O herkesin yüzüne bakıyordu; ama ona bakabilen yoktu. Durması gereken yerde durdu asansör, önce korumaları indi ardından da başbakan…
Odasına uzanan koridor, İskender’in Ordusu gibi, emir bekleyen insanlarla doluydu. Ağzının içine bakıyorlardı. Sanki birinden bir şey istemesi, o biri İçin dünyanın en büyük armağanı olacaktı.
Makamının kapısına geldi. Gözü kapıya değdiği anda, ses yalıtımı için Özel tasarlanmış, birbirine teğet iki kapıdan biri içeri, diğeri dışarı açıldı. Bu bordo kapılar, sadece başbakan geldiği zaman, ona ve misafirlerine açılıyordu. Diğer konuklar İse bu odanın hemen yanında bulunan ve kapısı yine başbakanın odasına açılan özel kalem müdürünün bulunduğu bölümden geçiyorlardı.
Başbakan devletin zirvesine açılan kapının eşiğinden içeriye adımını atarken korumaları da sürekli bulunmaları gereken noktalardaki yerlerini aldılar.
Odası okyanusun ortasına yerleştirilmiş dikdörtgen, şeffaf bir prizmayı andırıyordu. Altı tarafı da akvaryum olan büyük odada her türlü balık vardı sanki. Küçüklüğünden beri sahip olmak istediği bu oda onun için geç katan bir oyuncaktı astında.
Sadelikten yana olan büyük adamın odasındaki koltuk, masa ve diğer detayların klasik olması, balıkların hareketliliğini daha sevimli bir hâle getiriyor ve onları ön plana çıkarıyordu. Kahverengi ve bejin hâkimiyetini, en büyük ikinci Özelliği, istenildiğinde dört bir yana açılan kenarlarıyla ortopedik bir yatak da olabilen kırmızı makam koltuğu bozuyordu. Zaman zaman taşıdığı ağırlığın farkında olduğu için kızardığını da düşündüren kırmızı koltuk, 60 yıl önce başbakanlık yapan ve millî kahraman kabul edilen Hanarin Luriz’in, sonraki başbakanlara mirasıydı. Çoğu zaman evine gitmez, makamında sabahlardı Luriz. 0, bütün Naraven halkı İçin gelmiş geçmiş en büyük devlet adamıydı. Büyüklüğünü makamında sabahlamasına değil, görevi sırasında geçirdiği uçak kazasına borçlu olduğunu neredeyse bilen yoktu. Yüksek bir makamdayken ölmekten daha büyük şans yoktur. Sıradan bir yöneticinin devleşmesi en çok buna bağlıdır. Hele bu ölüm bir de suikast söylentisiyle beslenirse, ölen kişinin ilâhlaşması kaçınılmazdır. Ne bir eksik ne bir fazla, Luriz’in ölümü tam da böyle olmuştu. Herkes onun bir komploya kurban gittiğine inanıyordu. Efsane o kadar çabuk yayıldı ki, ölümünden kısa bir zaman sonra odasında bulunan mavi kapaklı defterdeki notlar Naravenya’nın kaderi olup çıktı. Devletin anayasası bu notlara göre yeniden yazıldı ve ülkenin sosyal yapısı bu notlarla şekillendirildi. Onun dediğine itiraz etmek ya da aksini savunmak neredeyse vatana ihanet kabul ediliyordu. İşte Hanarin Luriz’in koltuğuna oturmak bu yüzden yazılı olmayan birgelenek ve büyük bir şeref kabul ediliyordu.
Barkudza, Luriz’in başbakanlığı sırasında dört bir yanı kütüphane olan makam odasının duvarlarını akvaryuma çevirme cesaretini gösterdiğinde, onun yaptığı her şeyin şüphesiz doğru olduğuna inanan halktan büyük tepki almıştı. O akvaryum bir odada oturmamışsa diğerleri de oturmamalı, iş başına gelen her başbakan gibi bütün yönleriyle Luriz’i ve onun kanunlarını yaşatmatıydı.
• Luriz’e layık olabilmek için onun fikirlerini yaşatmalıyız, odasını değil…
diyerek üzerindeki baskıyı bertaraf etmiş ve bu fiziki geleneği bir parça yıkmıştı Barkudza. Kurduğu akvaryum odadan son derece memnundu. Balıklarının onu dinlendirdiğini ve daha duru düşündürdüğünü söylüyordu soranlara.
Başbakanın makamından özel kalem müdürünün odasına geçen koridorun üstünde bir oda daha bulunuyordu ve burası aralıksız olarak çalan telefonlarla başbakana hi2met veren sekreterlerin odasıydı.
Dudaklarına bakan onlarca hizmetli vardı başbakanın etrafında. Ne büyük bir güçtü Barkudza’nın elinde bulunan! O kadar ki daha ağzını açmadan ne diyeceği hakkında yorumlar
yapılıyor, ağzından çıkan her neyse kulağa değmeden gerçek oluyordu. 24 saat koridorda bulunan gazeteciler, büyük kapının aralanmasını bile haber yapıyorlardı. Bir İnsan bu kadar değerli olabilir miydi? 5 yaşındaki bir çocuk kapının boşluğundan baksa, içeride sadece babasına benzeyen bir adam görecekti ve belki de yanına gidip ona ‘Amca, nasılsın?’ diyecekti; ama etrafında 5 yaşında olan hiç kimse yoktu başbakanın ve içeriye bakanlar dünyanın en mühim adamından başka hiçbir şey görmüyorlardı. Zaman zaman o da sıkılıyordu bu aşırı ilgiden ve günün belli saatlerinde Telefon bağlama!’ diyerek özel asistanı Yashe’ye talimat verip kapısını kapattırıyordu.
İşte yine o anlardan biriydi. Gece karısıyla tartışmıştı Barkudza. örümcek ağı gibi başını saran şiddetli ağrı tansiyonunu düşürmüştü. Yaşlandığını düşündü, gizlice kullandığı ilâcını masasının üstündeki suyla yudumlarken. Başbakanın hastalanmaya hakkı yoktu. Tansiyon düşünce, onu çıkarmanın bir ilâcı vardı da borsanınkini henüz keşfeden olmamıştı. Görevi ezici bir çoğunlukla, %60’a yakın bir üstünlükle devralalı birkaç ay olmuştu henüz; ancak onun başbakan olacağı çok önceden biliniyordu. Ülkenin en büyük siyasi akıl hocası kabul edilen Barhlams’a çok önceden gitmiş ve bütün eksiklerini tamamlamıştı. İlacını gizti içmesi gerektiğini de ondan öğrenmişti.
Başındaki ağrının dinmesini beklerken aklına önceki gün gıcırdadığını fark ettiği kutsal koltuğun tamir edilip edilmediğini test etmek geldi. Olduğu yerde ileri geri hareket etti. Gıcırdama tabi! ki kesilmişti. Masasının sağ tarafında bulunan ve her gün kontrol etmeyi bir alışkanlık hâline getirdiği ahşap sandığın kapağını açtı. içinde günlük olarak kendisine gelen yüzlerce mektuptan en önemlileri bulunuyordu. O gün kutuda bulunan beş mektuba hızlıca göz gezdirdi; çünkü kendini iyi hissetmiyordu ve mektup okuyacak hâlde de değildi. Üçünün gönderici kısmında önemli ya da önemli olduğu zannedilen adamların isimleri yazıyordu. Birinde de gönderci kısmında tanımadığı bir isim, ismin tam altında ise parantez içinde ‘Falancanın yakınıyım.’ ifadesi bulunuyordu. Son mektup, koyu sarı renkte, çok düzenli olmayan, elde yapılmış karton bir zarfın içindeydi. Gönderici kısmında bir unvan vardı: ‘Gönderen: Akıl Almaz Adam’ Alıcı kısmında ise ‘Sadece başbakan okusun!’ yazıyordu, sanki bir çocuk tarafından özensiz bir şekilde yazılan iri harflerle. Onun tam altında ise küçük bir tehdit cümlesi yer alıyordu: ‘Başbakan değilsen hiç dokunma, başın büyük derde girer!’ Barkudza bütün mektupları bir yana bıraktı ve hiç boşluk kalmayacak şekilde tıka basa doldurulmuş kaba saba zarfı gülümseyerek açtı. Bunu niye böyle yaparlar ki?
diye düşündü çıkmamak için direnen mektuba ulaşmak için zarfı kibarca yırtarken. Ucu bozuk bir tükenmez kalemle, sanki trafiğin en yoğun olduğu saatte, kalabalık bir otobüste alelacele yazılmış gibiydi zarftan çıkan. Az önce söndürdüğü sigaranın dumanı henüz başının üzerindeyken altın işlemeli çakmağıyla bîr sigara daha yaktı. Barkudza 12 yaşından beri sigara içiyordu. Tüm tiryakiler gibi onun da en sevmediği soru ‘Neden sigara içiyorsunuz?’ diye sorulandı Hele bir de sağlığa zararlı olduğu hatırlatılınca hepten çıkıyordu çileden. Neyse ki başbakan olduktan sonra ona bunu sormaya cesaret eden kimse kalmamıştı etrafında.
Barkudza’yı sigaraya ve halıya düşen külü ayakucuyla dağıtmaya dayısı Velev alıştırmıştı. Çek senet işleriyle uğraşan bir çeteye katıldığı ilk gün polis tarafından enselenen Velev, duruşmaya yalnız gitmiş ve ona eşlik etmek isteyenlerden hiçbirini kabul etmemişti. Anlattığına göre hiç konuşturmamışlar. Eğer konuşabilseymiş asla o cezayı vermezmişler.
Kayıp Sicil (Erdoğan’ın Çalınan Dosyası)(Yeni sekmede açılır)
Seni O Sanmıştım(Yeni sekmede açılır)
Amak-ı Hayal(Yeni sekmede açılır)