Siyaset

Yaklaşan İsyan – Görünmez Komite

yaklasan isyan gorunmez komite 5ee746c718ac2“Son otuz yılın ‘krizler’le geçmesine, işsiz kitlelere ve iyiden iyiye yavaşlayan büyümeye rağmen hâlâ ekonomiye inanmamızı bekliyorlar. Ekonominin krizde olmadığını, ekonominin kendisinin bir kriz olduğunu artık görmemiz gerek..”.

Dünyanın üzerinde bir hayalet dolaşıyor: Paris ve Londra banliyöleri, Atina sokakları, Puerta del Sol ve Tahrir meydanları, “ekonominin kalbi” Wall Street… Yaklaşan İsyan, hepsini birleştiren ruhun manifestosu. “Demokratik” Fransa’da bir terör davasının “kanıtı” olarak sunulan bu kitap, çürüyen “medeniyetimizi”, yaşadığımız yabancılaşmayı ve devrim ihtiyacını yedi halkada ele alıyor: Benlik, sosyal ilişkiler, iş ve çalışma, ekonomi, kent, çevre ve medeniyet.

Yaklaşan İsyan, ekonomistlerin, politikacıların, sosyologların, psikologların, ‘önderlerin’, ‘akil adamların’, ‘kamuoyunun’ ve hatta alternatif olma iddiasındaki ‘sol geleneklerin’ ne olup bittiğine dair geveleyip durdukları ezberleri bozarken, hepsinden daha parlak tespitleriyle çağımızın hakiki bir resmini sunuyor. Bilindik şeyleri duymaktan sıkılanlar Görünmez Komite’ye kulak vermeli…

11 Kasım 2008 gecesi Fransız polisi Tarnac köyünde kurulmuş bir komüne helikopterler ve köpekler eşliğinde bir baskın düzenleyerek komünde bulunanları yataklarından sürükleyerek gözaltına aldı. İçlerinden dokuzu “terör amaçlı suç örgütü kurdukları” iddiasıyla tutuklandı. “ Daha sonra Tarnac Dokuzlusu olarak isimlendirilen grup, 7 Kasım gecesi hızlı tren rayları sisteminin işletim merkezine düzenlenen ve nükleer enerji çöpü transferi de yapılan bu rayları kullanılmaz hale getiren sabotaj eylemini gerçekleştirmekle suçlanıyordu. Haklarında delil olmayan sekiz kişi kısa aralıklarla salınırken, ‘Yaklaşan İsyan’ı yazmakla da suçlanan Julien Coupat, 2009 Mayıs’ına kadar tutuklu kaldı. İsim vermeyen ve kendilerini Görünmez Komite olarak adlandıran yazarların kaleme aldığı broşürün yayıncısı Eric Hazan da daha sonra “terörist faaliyetler” nedeniyle gözaltına alındı ve sorgulandı. Fransa’nın yanı sıra İspanya, ABD ve Yunanistan gibi başka ülkelerde de Tarnac Dokuzlusu’na destek grupları kurulurken, broşür de tüm Avrupa dillerine çevrildi ve büyük ilgi gördü.

***

Görünmez bir komite tarafından kaleme alman elinizdeki bu kitap, büyük çoğunluğu Fransa’nın Tarnac köyünde 11 Kasım 2008’de tutuklanan dokuz kişiye açılan “terör” davasının temel kanıtlarından biri haline gelmiştir. Söz konusu kişiler Fransız ulusal demiryolu ağı üzerindeki elektrik hatlarına düzenlenen bir sabotaja karıştıkları ileri sürülerek “Terör amaçlı yasadışı örgüt kurmak”la suçlandılar. Bu dokuz kişiyle ilgili yalnızca ikinci dereceden zayıf kanıtlar bulunmasına rağmen, Fransa İçişleri Bakanı, yazmakla suçlandıkları ve “terörizmin el kitabı” olarak tanımladığı bu kitabı özellikle seçerek onları gelişmekte olan aşırı-sol bir hareketle alenen ilişkilendirdi. Aşağıda kitabın metnini, hemen ardından da Görünmez Komite’nin tutuklamalardan sonra yaptığı açıklamayı bulacaksınız.

İÇİNDEKİLER

Yaklaşan İsyan     7
Birinci Halka
“Neysem Oyum”     13
İkinci Halka
“Eğlence Olmazsa Olmaz Bir İhtiyaçtır”     19
Üçüncü Halka
“Hayat, Sağlık ve Aşk İstikrarsızdır.
İş Niye İstisna Olsun?”     27
Dördüncü Halka
“Daha Basit, Daha Eğlenceli,
Daha Hareketli, Daha Güvenli”     35
Beşinci Halka
“Daha Az Mülkiyet,
Daha Çok Bağlantı!”     45
Altıncı Halka
“Çevre Endüstriyel Bir Meseledir”     53
Yedinci Halka
“Burada Medeni Bir Ortam
İnşa Ediyoruz”     65
İŞE KOYUL     75
Aydınlığa Kavuşturulması Gereken Bir Nokta     111

Yaklaşan İsyan

Hangi açıdan bakarsanız bakın, içinde bulunduğumuz zaman bize bir çıkış yolu bırakmıyor. Sahip olduğu tek meziyet de bu değil. Her şeyden önce umudunu korumak isteyenlerin ayaklarının altındaki zemini çekiyor. Ellerinde bir çözüm olduğunu öne sürenlere karşı hemen itirazlar yükseliyor. Herkes işlerin ancak daha da kötüye gidebileceği noktasında birleşiyor. “Geleceğin bir geleceği yok” anlayışı, görünüşteki kusursuz normalliğe rağmen, ilk dönem punkçıların bilinç seviyesine ulaşmış bir çağın bilgeliğidir.

Politik temsil alanının sonu geldi. Kurtarıcı ya da imparator edalarını tuzla buz eden hiçlik duygusu solda da sağda da aynı, ellerindeki son anketin neticesine göre nutuk atan aynı tezgâhtarlar çıkıyor karşımıza. Hâlâ oy kullananlarınsa, oy kullanmayı katıksız bir protesto biçimi haline getirip oy sandığının kutsallığını kirletmekten başka amaçları yokmuş gibi görünüyor. Oy kullanmaya devam eden insanların bunu sadece oy kullanmanın bizzat kendisine karşı yaptığından kuşkulanmaya başlıyoruz. Bize gösterilen hiçbir şey durumu açıklamaya yetmiyor. Avam kendisini nasıl yönetecekleri konusunda aralarında anlaşamayan bu kuklalar karşısında tam da suskunluğuyla çok daha olgun görünüyor.

Kahvehanede oturan yaşlı amcaların (chibani) dereden tepeden konuşmaları sözde liderlerimizin bildirilerinden çok daha fazla bilgelik içeriyor. Toplumsal kazanın kapağı üç kat sıkılaştırılmış ve içindeki basınç artmaya devam ediyor. Arjantin’den gelen Que Se Vayan Todos hortlağı yönetici sınıfın kulaklarında gümbür gümbür yankılanmaya başladı.

Kasım 2005’in alevleri hâlâ hafızalarda tazeliğini koruyor. Bu ilk şenlik ateşleri vaatlerle dolu on yılın adını koymuştu. Medyanın “Cumhuriyet’e karşı banliyö” masalı işe yarayabilir ama etkililik bakımından kazançlı çıkanlar doğruluklarını bir o kadar yitiriyorlar. Ateş şehir merkezlerinde tutuşmuştu ama haberlerin yayılması sistematik bir biçimde engellendi. Barselona’daki koca koca caddeler dayanışma içinde yakıldı ama orada yaşayanlar dışında kimsenin bundan haberi bile olmadı. Hatta ülkedeki yangının söndüğü de doğru değil. Var olan topluma duydukları nefretin dışında hiç ortak yanı olmayan -sınıf, ırk ve hatta aynı sınıftan, aynı ırktan ve hatta aynı mahalleden olmayan- tutuklular arasında çok farklı tipte insanlar vardı. Yeni olan şey, zaten 80’lerden beri devam eden banliyö ayaklanmaları değil, onun yerleşik yapısındaki kırılmaydı. Bu saldırganlar, ne ablalarının ne ağabeylerinin sözünü dinliyorlardı, hatta normale dönüşü sağlamaktan sorumlu toplumsal örgütler de dâhil hiç kimseyi dinlemiyorlardı.

“SOSRacism” türü hiçbir örgüt, aşikâr sonuçlarının sadece yorgunluğun, yıpranmışlığın ve omerta basınının hanesine yazılabilen kanserli hücrelerini, bu olaylara bulaştıramadı. Gece yarısı yaşanan bu vandalizm dizisi, faili meçhul saldırılar, bu sessiz yıkım politika ile politik olanın arasındaki çatlağı büyüttü. Dürüstlüğünü koruyan hiç kimse bu kadar bariz bir şeyi inkâr edemezdi: Bu saldırının talep ettiği hiçbir şey yoktu ve mesajı olmayan bir tehdit olduğu gibi “politik” bir tarafı da yoktu. Politikanın bu denli kararlı bir biçimde olumsuzlamasının kusursuz politik niteliğini görmemek için insanın 30 yıldır devam eden otonom gençlik hareketinden tamamen habersiz olması gerek. Kanlı Hafta’nın sonunda Paris anıtlarından daha fazla saygıyı hak etmeyen ve bunun da farkında olan bir toplumun değerli biblolarını kayıp çocuklar misali ayaklarımızın altına alıp ezdik.

Bugünkü duruma toplumsal çözümler üretilemeyecek. Birincisi, çünkü sosyal ortamların, kurumların ve tezat yapılarak “toplum” diye adlandırılan tekil baloncukların belli belirsiz toplanışında bir tutarlılık yoktur. İkincisi, artık ortak deneyimin ortak bir dili yok. Eğer ortak bir dilimiz yoksa serveti de paylaşamayız. Fransız İhtilali’ni gerçekleştirmek Aydınlanma konusunda mücadeleyle dolu bir yarım asra; heybetli “refah devletini” kurmak ise çalışma konusunda mücadeleyle dolu bir asra mal oldu. Mücadele yeni düzenin ifadesini bulduğu bir lisan yarattı ama günümüzde durum hiç de böyle değil. Şu anda Avrupa, gizlice indirim mağazalarında alışveriş yapan iflas etmiş bir kıtaya dönüşmüş durumda ve eğer seyahat etmek istiyorsa ucuz havayolu şirketlerine muhtaç. Toplumsal terimlerle ifade edilebilecek hiçbir “sorun” çözüm kabul etmiyor. ”Emekli maaşları”, “iş güvenliği”, “genç nüfus” ve genç nüfusun ürettiği “şiddet” gibi sorunlar, sadece bir süre için ertelenebilirler: Bu gibi terimlerin üstünü örttüğü meselelere, daha ileri boyutta bir huzursuzluğa yol açmamaları için polisiye yöntemlerle müdahale edildiği müddetçe. Hiçbir şey asgari ücret karşılığında emeklilerin kıçını temizlemeyi çekici hale getiremez. Suç dünyasını yerleri temizlemekten daha az aşağılayıcı bulup daha çok getirisi olduğunu düşünen insanlar, silahlarını teslim etmeyeceklerdir ve de hiçbir hapishane onlara toplumu sevmeyi öğretemez. Maaşlarındaki kesinti emekliler sürüsünün umutsuz zevk arayışını baltalayıp onları endişeye sevk edecek ve gençler arasında giderek daha da yaygınlaşan çalışmanın reddi ile ilgili kendi aralarında telaşlı telaşlı konuşacaklardır. Ve en nihayetinde, ayaklanma benzeri bir şeyin hemen ertesinde bahşedilen hiçbir garantilenmiş gelir yeni bir Yeni Görüş’ün’ (New Deal) yeni bir anlaşmanın ve de yeni bir barışın temellerini atamayacak. Bunu sağlayacak toplumsal hissiyat çoktan buharlaşıp gitti.

Başvurulan çözüm yollarından biri olan, hiçbir şey olmayacağından emin olmak için baskı oluşturma yöntemi, bölgelerdeki polis denetimiyle birlikte giderek yoğunlaşacaktır. Polisin de sonradan doğruladığı üzere, geçen 14 Temmuz’da Seine-Saint-Denis üzerinde uçan insansız hava aracı, gelecekle ilgili bize bulanık hümanist tahminlerden çok daha net bir fikir veriyor. Uçağın silahsız olduğuna bizi temin etmekte gösterdikleri özen, tepe taklak gittiğimiz bu yol konusunda bize açık seçik işaretler veriyor. Bölgeler, giriş çıkışların daha da kısıtlandığı alanlara bölünecektir. “Problemli mahalleler”in etrafına inşa edilen otoyollar, buraları orta sınıfın yaşadığı bölgelerden ayırdığı için zaten görünmez duvarlar oluşmuş durumda. Cumhuriyet’in savunucuları ne düşünürlerse düşünsünler, mahallelerin bizzat “mahalleli tarafından” denetimi, herkesin malumu olan gayet etkili bir yöntemdir. Ülkenin tamamen metropole dönüşmüş bölgeleri olarak şehirlerin ana merkezleri, her zamankinden daha açıkgöz, daha akıllı ve daha göz alıcı bir yapısökümle birlikte bolluk içinde yaşamlarına devam edecekler. Giderek daha utanmazca bir hukuki koruma şemsiyesinin altında BAC devriyelerinin ve özel güvenlik şirketlerinin (bir anlamda paramiliter birimlerin) sayısı artarken, gezegeni ışıl ışıl neonlarla aydınlatmaya devam edecekler.

Günümüzün bu bariz çıkmazı, her yerde kendini gösteriyor, her yerde inkâr ediliyor. Bir sonuca varmaktan özellikle kaçman uzmanlık terimleriyle konuşan psikolog, sosyolog ve edebiyatçıların bu meseleye gösterdiği ilginin sonu gelmeyecektir. Birlikte var olma halinin yakında ortadan kalkacağı, karar verme vaktinin yaklaştığını bilmek için günümüzün şarkılarını dinlemek yeterli. Bir yanda Mafia K’l Fry’ın savaş ilanı niteliğindeki şarkıları, öbür yanda küçük burjuvanın ruhsal durumunu kılı kırk yararak tahlil eden saçma sapan “alt-folk” şarkıları.

Bu kitap hayali bir kolektif adına imzalandı. Kitaba katkıda bulunan kişiler kitabın yazarları değildir. Günümüzün klişelerini biraz hizaya sokmak, meyhane masalarında ve yatak odalarının kapalı kapıları ardında homurtular yaratmak onları zaten yeterince memnun etmiştir. Tek yaptıkları, her yerde bastırılan, bastırıldıkları için de hastaneleri akıl hastaları ve gözlerimizi acıyla dolduran birkaç önemli hakikati gün ışığına çıkarmaktan ibaret. Zamanımızın kâtipleri olma görevini üstlendiler. Mantığı sağlam bir şekilde hayata geçirmenin devrime kapı açması, radikal koşulların kendine has bir özelliğidir. Yapmamız gereken gözlerimizin önünde cereyan eden olayları dile getirmek, sonuçlar çıkarmaktan korkmamaktır.

Birinci Halka
“Neysem O’yıım”

“Neysem o’yum.” Pazarlamacılığın dünyaya en son sunduğu şey bu, reklamcılığın gelişimindeki son aşama, bütün farklı olma tavsiyelerinin, “kendin onarın ve “Pepsi iç”le-rin çok ötesinde bir söylem. Şu an bulunduğumuz yere gelmemiz, ben=ben’in katıksız totolojisine ulaşmamız için kafa yoruldu yıllar boyu. Adam jimnastik salonunda aynanın karşısına geçmiş koşu bandının üzerinde yürüyor. Kadın akıllı arabasının direksiyonuna geçmiş işten dönüyor. Acaba yolları kesişecek mi?

“Neysem oyum.” Bedenim bana ait. Ben benim, sen de sen ama yanlış giden bir şeyler var. Kitlesel kişiselleşme. Bütün koşulların bireyselleşmesi: hayatın, işin ve de sefaletin. Yaygın şizofreni. Azmış depresyon. Ufacık paranoyak parçalar halinde atomlaşma. Temasın histeriye yol açması. Kendim olmak istedikçe daha büyük bir boşluk hissediyorum. Kendimi ifade ettikçe içim daha da boşalıyor. Kendi peşimden koştukça daha da yorgun düşüyorum. Kendi’mize sıkıcı bir gişe filmi muamelesi yapıyoruz. Tuhaf bir alışverişte kendi kendimizin temsilcisine, neticede bir uzvumuz kesilmiş hissi veren bir kişiselleştirmenin kefillerine dönüşmüşüz. Az çok gizli bir beceriksizlikle iflas noktasına varıncaya dek kendimizi sağlama alıyoruz.

Bu arada, idare ediyorum. Bir ben, benim bloğum, benim dairem arayışı, en son moda çer çöp, ilişki dramları, kim kimi sikiyor… “Ben”e tutunmak artık hangi protezleri gerektiriyorsa! Eğer “toplum” bu kadar soyutlamadan ibaret hale gelmesiydi, görünmeye devam etmemi sağlayan bir varoluşsal koltuk değnekleri, kimliğimin bedeli olarak üstlendiğim bağımlılıklar kümesi anlamına karşılık gelirdi. Engelliler yarının örnek vatandaşlarıdır. Onları istismar eden derneklerin engelliler için “asgari ücret” ödenmesini talep etmesi bir öngörüden yoksun değil.

Sağda solda sürekli duyduğumuz “adam ol” buyruğu, bu toplumu gerekli kılan hastalıklı durumun sürmesini sağlıyor. Güçlü ol emri, tam da kendisini sürdüren bir zayıflık üretiyor. İşte bu yüzden her şey, hatta çalışma ve aşk bile, iyileştirici bir nitelik taşıyormuş gibi görünüyor. Bütün bu karşılıklı söylediğimiz “ne var ne yok?” lafları, birbirinin ateşini ölçen hastalardan oluşmuş bir toplum olduğumuz izlenimini veriyor. Toplumsallık artık duvarlardaki binlerce oyuktan ve sığınılabilecek binlerce sığınaktan oluşan bir şey. Dışarıdaki sert soğuktan daha iyi olduğu kesin. Isınma bahanesinden başka bir şey olmadığı için her şeyin sahte olduğu bir yer. Hep birlikte sessizce titreşmekle fazlaca meşgul olduğumuzdan hiçbir şeyin olmayacağı bir yer. Yakın bir zamanda bu toplum, sadece hayali bir iyileşme uğruna çaba sarf eden tüm sosyal atomlarının gerginliğiyle bir arada tutulabilecek. Akmayan gözyaşlarının devasa barajı sayesinde türbinleri çalıştıran, her daim taşma eşiğinde bir elektrik santrali bu toplum.

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Oktay Sinanoğlu – Büyük Uyanış

Editor

Demokrasi Projeleri

Editor

Gölgedekiler

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası