Ye, Dua Et, Sev kitabının satışları 2 milyona yaklaşırken önümüzdeki birkaç ay içinde bu rakamın 5 milyonu bulması bekleniyor. Kitap 36 dile çevrildi yaklaşık 1 Yıl boyunca bütün en çok satanlar listesinde 1. sırada ve halen ilk üçte yerini korumaktadır.2008 yılında filme alınacak kitapta hayatını Ye, Dua Et, Sev’de anlatan yazar Elizabeth Gilbert’i Julia Roberts canlandıracak.Ye,Dua Et,Sev bu olağanüstü kitabı çok sevdim.Hillary Clinton
Bugünlerde sokakta gördüğüm kadınların neredeyse hepsinin elinde Ye Dua Et Sev’i görüyorum. Elizabeth’i programıma çıkarmak için oldukça sabırsızlanmıştım.Oprah WinfreyBu Sürükleyici ve cezbedici gezi anısında,gazeteci Liz Gilbert bir yıllığına İtalya,Hindistan ve Endonezya’yı kapsayan bir yolculuğa çıkar Şanslıyız ki öğrendiği şeyleri Kendimize katabiliriz. Marie Claire
Müthiş,ilgi çekici,zekice ve yüksek derecede keyif veren bir anı romanı..Mutlaka Okuyun TimeOtuzlu yaşlarının başında, Elizabeth Gilbert modern bir kadının isteyebileceği her şeye sahipti iyi bir eş, şehre uzak büyük bir ev, başarılı kariyer fakat tatmin ve mutlu hissetmek yerine o, panik ve şaşkınlıkla tükendiğini hissediyordu. Bu, bilgelik ve heyecanla yüklü kitap onun sahip olduğu başarı göstergesi olan şeyleri arkasında bırakıp bunların yerine koyduklarının hikayesidir. Takip eden bir boşanma ve yıkıcı bir depresyondan sonra, Gilbert kendi doğasının gerektirdiği üç özelliği sorgulamak üzere ön plana plana çıkarır ve üç farklı kültür zeminin karşılaştırır: İtalya’da keyif, Hindistan’da ibadet ve Bali’nin Endonezya Adalarında dünyevi hazlar ve ilahi yücelik arasındaki denge.Yakın zamanda Elizabeth Gilbert gibi iyi bir yazar daha tanımış değilim. Gilbert’in kitabı zeka, neşe ve konuşma diline özgü tartışmasız bir canlılık ile yüklü.THE NEW YORK TIMES BOOK REVIEW
Giriş
ya da;
Bu Kitabın Nasıl İşlediği
ya da; 109. Boncuk
Hindistan’da yolculuk ederken özellikle kutsal mekânlarda ve Ashram’da gerdanlarına boncuktan bir kolye takmış pek çok insan görürsünüz. Çıplak, sıska ve göz korkutan Yogilerin (ya da bazen balıketli, nazik ve neşe saçan Yogiler) kolye takarken çekilmiş eski fotoğrafları da gözünüze çarpabilir. Boncuktan yapılan bu kolyelere japa mala adı verilir. Bu kolyeler yüzyıllardır Hindistan’da kendini bu işe adamış olan Hindu ve Budistlerin ahit bir meditasyona odaklanmalarına yardımcı olsun diye kullanılırlar. Kolye bir elde tutulur ve bu; halka şeklini alır,her tekrar edilişinde boncuklardan birine dokunulur. Ortaçağ Haçlıları kutsal savaşlar için Doğu’ya giderlerken, bu japa malalar ile İbadet eden kimseleri gördüler, tekniklerine hayran kaldılar ve bu fikri tespih adı vererek Avrupa’ya taşıdılar.
Geleneksel japa mala 108 boncuktan oluşur. Doğulu filozofların en gizemli olanlarının arasında 108 sayısı uğurlu sayı olarak tanımlanıyor: Üç rakamlı bir sayı; bileşenleri dokuz oluyor ki üçle üçün çarpımı da dokuzu doğurur. Tabii bir de üç rakamı… Bu rakam, Kutsal Üçlüyü bilen birinin de göreceği gibi en üstteki dengeyi simgelemekledir. Bu kitap benim denge bulma çabalarıma dair olduğundan, yapısını tıpkı bir japa malaya benzetme kararı aldım ve hikâyemi on kıssaya ya da boncuklara böldüm.
108 kısa öykünün bütünü ise İtalya, Hindistan ve Endonezya’ya dair olmak üzere üçe ayrıldı—iç dünyama yolculuk yaptığım seralarda ziyarette bulunduğum üç ayrı ülke. Bu bölümler her bir kısımda 36 kısa öykü olduğu anlamına geliyor—ki bu benim açımdan kişisel bir anlam da taşıyor çünkü hu kitabı otuz altı yaşımda yazıyorum.
Pekâiâ, Bu numeroloji işini Louis Farrakhan ile de konuşmadan önce, izin verin bütün bu hikâyeleri tıpkı bir japa mala gibi bir araya getirme fikrinden hoşlandığımı söyleyeyim, çünkü bu gerçekten de… yapısal bir şey. Samimi bir ruhani sorgulama sistemli bir öğreti için gösterilen çaba demektir—ki bu her zaman böyleydi. Doğrunun Arayışı herkese özHer durumda, her bir japa malanın Özel, ekstra bir boncuğu olur 109. boncuk ve bu boncuk tıpkı bir kolye süsü gibi diğer 108 boncuğun denge ekseninin dışında durmaktadır. 109. boncuğun hoş bir süveterde yer alan fazladan bir düğme ya da kraliyet ailesinin en genç oğlu gibi acil durumlar için saklandığını düşünürdüm. Fakat görünen o ki, bu boncuğun çok daha yüksek bir anlamı mevcut. İbadet sırasında parmaklarınız bu boncuğa değdiği vakit mcditasyonla ilgilenmeyi bir kenara bırakıyor ve eğitmenlerinize teşekkür etmek istiyorsunuz. Bu nedenledir ki benim 109. boncuğuma sıra geldiği zaman, ben de başlamadan önce bir süre öylece duruyorum. Bu yıl içerisinde çok sayıda merak uyandıran şekle bürünerek karşıma çıkan tüm eğitmenlerime teşekkürlerimi sunuyorum.
Fakat en Özel teşekkürlerimi şefkati yüreklere dokunan ve ben Hindistan’dayken Ashram’ında çalışma iznini bana cömertçe sunan Guruma sunuyorum. Ayrıca bu noktada belirtmeliyim ki Hindistan’daki deneyimlerimi dinsel bir eğitmen ya da herhangi birinin sözcüsü olarak değil de tamamıyla kendi bakış uumdan faydalanarak yazıyorum. Kitap boyunca durumun adı m anmıyor oluşumun nedeni budur—çünkü ben onun ağzından konuşmuyorum. Onun öğretileri zaten kendilerini çok daha iyi anlatacaklardır. Ben ne onun adını ne de Ashram’daki mekânının yerini burada belirteceğim—ki bu durumda ne ilgilenilmiyor olan ne de yönetim kaynaklarını içinde barındırmayan bu iyi olan kuruluşu dışarda bırakıyorum.
Minnettarlığım için son bir açıklama daha: Bazı isimler çeşitli nedenlerden dolayı bu kitabın içine dağıtıldığından, Hindistan’ın Ashram kentinde ister Hintli ister Batılı olsun tanıştığım her bekâr insanın adım değiştirmeyi tercih ettim. Bunun nedeni ise, bu ruhani yolculuğa çıkma nedeni bir kitapta isim olarak yer alabilmek olmayan pek çok İnsana duyduğum saygıdır (Tabii kendim hariç). Bu anonim oluş ilkesinde tek bir istisnai harekette bulundum: Teksas’dan olan Richard’ın adı gerçekte de Richard ve o gerçekten de bir Teksas’lı. Onun gerçek adını kullanmak istedim çünkü Hindistan’da bulunduğum süre içerisinde kendisi benim için çok büyük anlamlar ifade etmekteydi.
Son bir şey daha: Eğer onun bir eroinman ve alkolik olduğunu esas olarak adından kitapta söz edersem bunun problem olup olmayacağım Richard’a sorduğumda, bunun hiçbir sorun teşkil etmeyeceğini söyiedi.
Dedi ki; “Aslında bu konuda duygularımı dile getirecek tek bir söz bile bulmakta zorlanıyorum.’
Fakat öncelikle—İtalya…
1
©
Govanni nin beni öpmesini isterdim.
fakat bunun berbat bir fikir olması için pek çok neden var. Bir yerden başlamak gerekirse, Giovanni benden on yaş daha genç ve yirmili yaşlarında olan birçok İtalyan erkeği gibihalâ annesiyle beraber yaşıyor. İki gerçekler bile onu benim için romantik bir eş yapmamaya başlı başına birer neden. Tabii birde benim başarısız bir evlilikten henüz çıkmış, tahrip edici ve sonu gelmez bir boşanma yaşamış ve bunun ardından serde esrik bir kalp kırıklığı bırakan tutku dolu bir ilişki yaşamış olan otuzlu yaşlarına gelmiş Amerikalı profesyonel bir kadın olduğumu düşünürsek… Kayıp üstüne kayıp yaşamak beni üzgün ve kırılgan biri haline getirdi ve inanır mısınız yedi bin yıl kadar yaşlanmama neden oldu. Aslında prensip olarak kendi üzümümü ve eski yaşadıklarımı o çok tatlı, tertemiz Giovanni’ye yaşatmak istemezdim. Bir kadının günün birinde güzel kahverengi gözlere sahip genç bir adamı kaybetmenin acısı karşısında bir başkasını yatağına alıp almaması konusunda kendini sorguladığı vastara nihayet eriştiğimi ise hiç vurgulamıyorum. Aylardan beri yalnız yaşıyor olmamın sebebi bu zaten. Aslında, bütün bir yılı bekarlık içinde geçirmeye karar vermiş olmamın sebebi de budur.
Usta bir gözlemci şu soruyu sorabilir: “Öyleyse İtalya’ya neden geldin?”
Ben de bu soruyu şöyle cevaplarım—özellikle masanın karşısında duran yakışıklı Giovaııni’ye bakıyorsam: “Harika bir soru!”
Giovanni benim Paylaşım Arkadaşımdı. Hu kulağa biraz imalı bir deyiş gibi gelebilir, fakat maalesef Öyle değil. Bütün bunlar şu anlama geliyor Birbirimizin dilini öğrenmek için Roma’da baltanın birkaç akşamı bir araya geliyoruz Önce İtalyanca konuşuyoruz ve o bana karşı sabırlı davranıyor; sonra İngilizce konuşuyoruz ve bu sefer de ben ona karşı sabır gösteriyorum Sedefinin içini açan bir deniz adamının heykelinin yer aldığı çeşme ile aynı cadde üzerinde bulunan Piazza Barbarini’deki İnternet Kafe’ye şükürler olsun ki Roma’ya varmamdan yalnızca birkaç hafta sonra Giovanni’yî keşfedebildim. O (Heykelden değil Giovanni’den bahsediyorum), yerli bir İtalyan konuşmacının dil konusunda pratik yapmak üzere yerli bir İngiliz konuşmacı aradığına dair bir ilan vermişti. Onun ilanının hemen yanında her şekilde yazılış şekline, hatta kelimesi kelimesine aynı olan bir başka İlan yer alıyordu. Tek farklılık iletişim bilgilerindeydi. İlanlardan biri Giovanni adında birinin eposta adresini Kısıyordu; diğeri ise Dario adında birini takdim ediyordu. Fakat ev numaraları dahi aynıydı.
Sezgisel güçlerimden yararlanarak her iki adama da aynı anda eposta gönderdim ve tabii İtalyanca sordum: “Siz ikiniz kardeş misiniz?”
Oldukça provakatif olan bu mesaja ilk yanıt Giovanni’den geldi: “Çok daha fazlası. İkiziz!”
Evet… Çok daha iyi… Uzun, esmer, yakışıklı ve yirmi beş yaşlarında ikiz kardeş—ki zaman içerisinde onları, beni benden alan kocaman kahverengi gözlü iki İtalyan delikanlısı olarak tanımlayacaktım. Hu iki delikanlıyla yüz yüze tanıştıktan sonra, bu yıl bekâr kalma kararımı yeniden gözden getirip geçirmemem gerektiğini sorgulamaya başladım. Örneğin, yirmi beş yasında ve oldukça yakışıklı İtalyan ikiz kardeşleri aşığım olarak tutmanın dışında tamamıyla bekâr da kalabilirdim. Bu bana biraz da domuz pastırması dışında başka her şey için vejetaryen olan bir arkadaşımı hatırlatıyor fakat yine de… Penthouse’a yazmakta olduğum mektubumu çoktan düzene sokuyordum bile:
Roman Cafe’nin titrek mum ışığında, kimin ellerinin sevgi dolu olduğunu söylemek imkânsızdı—
Fakat hayır.
Hayır ve yine hayır.
Bu fanteziyi aklımın kor kuyularına anını Aşk aramanın sırası değildi ve (nasıl ki gün geceyi kovalar) bu durum zaten kördüğüm olan yaşamımı daha da karmaşık bir hale sokacaktı Yalnızca yalnızlıkta bulunabilecek olan iyileşme ve buzum bulmamın tam vaktiydi.
Her neyse, şu sıralar Kasım ayının tam ortalarında, utangaç ve çalışkan olan Giovanni ile iki iyi arkadaş olduk. Dario’a gelince ikizlerden en alem olanı sevgili küçük isveçli arkadaşım Sotîcvi de onunla tanıştırdım ve onların Komadaki geceleri birlikte geçiriyor oluşları Paylaşım Arkadaşlığının bir başka türlüsüydü. Fakat Giovanni ve ben, yani biz yalnızca konuşuyorduk. Pekâlâ, yemek yiyor ve konuşuyorduk. Geçen birkaç güzel hafta boyunca yemek yedik ve konuştuk; pizzamızı paylaştık ve birbirimizin dilbilgisi hatalarını nazikçe düzelttik ve bu gecenin diğer gecelerden hiçbir farkı yoktu. Pek çok yeni deyimin ve taze mozzarellanın gecesiydi.
Şimdi gecenin bir yarısı ve hava sisli… Giovanni, Romanın tıpkı sekilerin arasında akıp giden bir nehir gibi eski binaların arasında süzülen arka sokaklarında beni evime kadar götürüyor. Simdi kapımın tam önündeyiz. Birbirimizin gözlerinin içine bakıyoruz. Bana sıcacık bir sarılış sunuyor. Bu bir ilerleme; ilk birkaç hafta boyunca yalnızca elimi sıkmakla yetindi. Sanıyorum eğer İtalya’da üç yıl daha kalacak olsam, ancak o zaman beni öpme cesaretini kendinde bulurdu. Diğer yandan, beni hemen şimdi, bu gece, kapımın tam önünde öpmesini isterdim. Hâlâ bir umut var. Yani demem o ki, bu ay ışığının altında bedenlerimiz birbirine karşı bir çekim duyuyor ve tabii bu berbat bir yanılgı olbilir. Fakat onun hemen simdi bunu yapabilmesi harika bir olasılık olma özelliğini yitiriyor. Hafifçe eğilecek ve… ve… ve…
yo. hayır
Sarıldıktan sonra kendini benden ayırıyor.
İyi geceler, sevgili liz,” diyor.
‘Buone caro caso mite, dîye yanıtlıyorum.
Dördüncü kattaki apartman daireme gitmek üzere merdivenleri bir başıma tırmanıyorum. Kendimi 0 ufak stüdyoda yapyalnız görüyorum. Kapıyı ardımdan kapatıyorum, Roma’da yalnız geçirilen bir başka gece… Birkaç İtalyanca atasözleri ve de………