MİLYONLARIN TUTKUNU OLDUĞU GECE EVİ SERİSİNDE HEYECAN DEVAM EDİYOR!
Arkadaşlar birbirine güvenmemeye başladığında,
kıvılcımları alevlendirmek için
Karanlık orada olacaktır…
Gece Evi’nde her şey karanlığa büründü. Zoey Kızılkuş’un ruhu paramparça. Steve Rae Z’ye yardım etmek istiyor ama onun da başı büyük belada. Afrodit ise şimdi Nyx’e sadakatini göstermek zorunda.
Üç kız… Ateşle oynuyorlar… Eğer dikkatli olmazlarsa herkes yanacak.
BÖLÜM BİR
Kolona
Kakma ellerini kaldırdı. Hiç tereddüt etmedi. Yapmak zorunda olduğu şey konusunda zihnînde en ufak bir şüphe yoktu. Hiç kimsenin ya da hiçbir şeyin yoluna çıkmasına izin vermeyecekti. Ve insan soyundan bu çocuk arzuladığı şeyler ile onun arasında duruyordu. Çocuğu öldürmek özellikle istediği bir şey değildi; ama özellikle sağ kalmasını istediğini de söyleyemezdi. Bu, basit bir gereklilikti. Pişmanlık ya da vicdan azabı çekmiyordu. Yoldan çıkmasından bu yana uzun yüzyıllardır onun için normal olan, çok az şey hissetmesiydi işte bu yüzden, kanatlı ölümsüz, kayıtsız bir tavırla çocuğun boynunu çevirdi ve hayatına son verdi.
“Hayırr!”
Bu tek sözcükte yankılanan keder, Kalona’nın kalbini dondurdu. Çocuğun cansız bedenini bıraktı ve hızla arkasına döndüğü zaman, koşarak ona doğru gelen Zoey’i gördü. Göz göze geldiler. Kızın gözlerinde çaresizlik ve nefret vardı. Onunkilerde ise imkânsız bir inkar… Zoey’nin anlamasını. Onu affetmesini sağlayacak kelime dizisini kurmaya çalıştı.
Ancak söyleyeceği hiçbir şey, kızın gördüklerini değiştiremezdi. Ve Kalona imkânsızı başarmaya yeltense bile, yeterli zamanı yoktu.
Zoey ruh elementinin gücünü ona doğru savurmuştu bile.
Güç, fizikselin ötesinde bir kuvvetle ölümsüze çarptı. Ruh onun özü, m ay asıydı; onu yüzyıllardır besleyen ve her zaman en rahat ettiği ve en güçlü olduğu elementti. Zoey’nin saldırısı onu adeta d ağlamıştı. Onu öyle bir kuvvetle havalandırdı ki vampirlerin adaşım Venedik Körfezi’nden ayıran büyük taş duvarın üstünden savruldu. Buz gibi su onu içine çekti; boğulacak gibi oldu. Acısı öyle öldürücüydü ki, karşı koymaya bile yellenmedi. Belki de hayata ve tuzaklarına dair korkunç mücadelesine bir son vermesi gerekiyordu. Belki de bir kez daha, ona yenildiğini kabul ermeliydi. Ama bu düşüncenin sadece bir kalp atımı sonrasında, hissedebildi. Zoey’nin ruhu paramparça olmuştu ve tıpkı Kalona’nın düşüşünün onu bir alemden diğerine taşıması gibi, genç kızın ruhu da bu dünyadan ayrılıvermişti.
Bunu idrak etmiş olmak, Kalona’yı aldığı son darbeden çok daha beter yaralamıştı.
Bu giden Zoey olamazdı! Kalona hiçbir zaman ona zarar vermek istememişti. Neferet in çevirdiği bütün dolaplar ve Tsİ Sgili’nin planlan sırasında bile, her şeye rağmen, Zoey’i güvende tutmak için engin ölümsüzlük gücünü kullanma kararlılığına sıkı sıkı tutunmuştu. Çünkü Zoey bu alemde Nyx’e en yakın kimseydi. Ve Kalona’mn elinde kala kala bu alem kalmıştı.
Zoey’nin saldırısının etkilerine direnmeye çalışarak devasa bedenini dalgaların arasından sıyırdı ve o anda gerçeği idrak etti. Zoey’nin ruhu onun yüzünden gitmişti ve bu, öleceği anlamına gelirdi. Ve aldığı ilk nefesle, yüreğinden kopan, kulakları sağır edecek güçte bir çığlıkla genç kızın dudaklarından dökülen son kelimeyi tekrarladı: “Hayır!”
Yoldan çıktıktan sonra hislerini kaybettiğine gerçekten inanmış mıydı? Aptallık etmiş ve yanılmıştı. Hem de çok. Suyun üstünde savrularak uçarken duygulan, içinde patlayan, takatini kesen ve ruhunu kanatan bir keşmekeşe dönüşmüştü. Bulanıklaşan ve kararan gözlerini kısarak, koyun, kara parçasını müjdeleyen ışıkların olduğu karşı yakasına bakıp. Oraya asla ulaşamayacaktı. Saraydan başka seçeneği yoktu. Gücünün son kırıntılarını kullanarak buz gibi havada kanatlarını çırptı, duvarı aştı ve donmuş toprağa yığıldı.
Duygular sarsılan ruhunu istila ederken, orada, soğuk karanlıkta ne kadar yattığını kendisi de bilmiyordu. Zihninin uzak köşelerinde bir yerde, başına gelenin aşinalığını anlayabiliyordu. Bir kez daha düşmüştü. Ama bu defaki düşüşü ruhsaldan ziyade, bedensel bir düşüştü ve bedeni artık onun emrinde gibi değildi.
Varlığını daha konuşmadan hissetmişti. Daha en başından beri, bunu gerçekten isteyip istemediğine bakmadan, hep aynı şey olmuştu. Nasılsa, birbirlerinin varlığını hissediyorlardı işte.
“Stark’ın çocuğu öldürmene tanıklık etmesine izin verdin!” Neferetin sesi kış denizinden bile soğuktu.
Kalona, Neferetin yüksek topuklu pabucunun burnundan daha fazlasını görebilmek için kafasını çevirdi. Görüşünü netleştirmek için gözlerini kırpıştırarak yukarı baktı.
“Kazaydı.” Sesi kırık dökük bir fısıltıdan farksızdı. “Zoeynin orada olmaması gerekiyordu.”
“Kazalar kabul edilemez ve onun orada olup olmaman zerre kadar umurumda değil. Aslında gördüğü şeyin sonucunun işimize geldiği bile söylenebilir.”
“Ruhunun paramparça olduğunu biliyorsun, değil mi? Kalona sesinin doğallıktan uzak zayıflığından ve bedenindeki tuhaf rehavetten en az Neferet in soğuk güzelliğinin onun üzerinde yarattığı etki kadar nefret ediyordu.
“Adadaki vampirlerin çoğunun bildiklerini sanıyorum. Tam ondan bekleneceği üzere, Zoey’nin ruhunun sahneden sükûnetle ayrıldığı söylenemez. Gerçi o yumurcağın girmesinden hemen önce sana savurduğu darbenin etkisini kaç vampir daha hissetmiştir, merak ediyorum doğrusu.” Neferet, düşünür gibi, uzun, sivri tırnağını çenesine vuruyordu.
Kalona, odaklanmaya ve dağılan ruhunun hasar görmüş köşelerini bir araya toplamaya çalışırken, sessizliğini korudu. Ancak bedenine yaslanan toprak fazla gerçekti. Yukarı uzanıp, ruhunu orada sürüklenen Öteki Alem’in incecik kalıntılarıyla besleyecek takati yoktu.
Neferet en soğuk ve hesapçı ses tonuyla “Hayır,” diye devam etti. “Hiçbirinin hissettiğini sanmıyorum. Hiçbirinin Karanlıkla, yani seninle, benimki gibi bir bağları yok. öyle değil mi aşkım?”
Kalona “Biz birbirimize eşi benzeri olmayan bir bağla bağlıyız,” demeyi başardı. Bu sözlerin doğru olmamasını o kadar isterdi ki.
“Gerçekten de,” derken, Neferet hâlâ kendi derin düşüncelerine dalmış durumdaydı. Sonra zihninde parlayan yeni bir keşifle gözlerini İri iri açtı. “Aya’nın seni, senin gibi güçlü bir ölümsüzü yaralamayı nasıl başardığım uzun zamandır sorguluyorum. O saçma sapan Cherokee cadılarının sem tuzağa düşürmeleri yeterince kötüydü zaten. Sanırım küçük Zoey benden ustalıkla gizlemeyi başardığın cevabı vermiş oldu. Bedenin ancak ruhun aracılığıyla yaralanabiliyor. Ne kadar büyüleyici, değil mi?”
“İyileşeceğim.” Kalona sesine olabildiğince güç katmaya çalışmıştı. “Beni Capri’ye ve oradaki şatoya geri götür. Çatıya, göğe en yakın olabileceğim yere çıkar ki gücümü geri kaza
“Bunu yapacağını ve yapmayı çok isteyeceğini tahmin edebiliyorum. Ama benim senin için başka planlarım var, aşkım.” Neferet kollanın kaldırdı ve Kalona’nın üzerine doğru uzattı. Konuşmaya devam ederken uzun parmaklarını havada dolaştırıyor, ağını ören bir örümcek misali dolambaçlı desenler çiziyordu. “Zoey’nin bize bir daha müdahale etmesine izin vermeyeceğim.”
“Paramparça olmuş bir ruh, ölüm fermanı demektir. Zoey artık hiçbirimiz için bir tehdit oluşturmuyor.” Kalona, Neferet e neden bahsettiğini çok iyi bilen insanlara has bir ifadeyle bakıyordu. Neferet’in çevresi, Kalona’nın çok iyi tanıdığı yapış yapış bir siyahlıkla çevriliydi. Kalona, soğuk gücüyle kucaklaşmadan Önce, uzun bir ömrü o Karanlıkla mücadele ederek geçirmişti. Ve o Karanlık Neferet’in parmaklarının altında, ona çok tanıdık gelen bir kıpırtıyla oynaşıyordu. Karanlık’a böyle elle tutulur biçimde hükmedememeli. Bu düşünce, yorgun beyninde bir ölüm çanının yankısı gibi oradan oraya savruluyordu. Bir yüksek rahibenin böyle bir kudreti olmamalı.
Ama Neferet artık sadece bir yüksek rahibe değildi. O rolün sınırlarını uzun zaman önce aşmıştı ve şimdi, kendi eliyle…