Tuna nehri üzerinde, Romanya tarafına 300, Sırbistan tarafına ise 400 metre mesafede, uzunluğu 1800, genişliği 400 metre olan Adakale, beş yüzyıl boyunca Osmanlı Devleti’nin karakolu oldu ve gümrük görevi gördü. Türkler; Adakale’ye 15. yüzyılda, Rumeli’nin fethiyle birlikte yerleştiler ve 1967 yılına, Çavuşesku ile Tito, Tuna’ya bir baraj yapmak için anlaşıncaya kadar ada nüfusunun çoğunluğunu oluşturdular. Baraj yapıldı, Adakale sular altında kaldı.
Bugüne kadar Türk Müziğinin kaynakları üzerine yaptığı çalışmalarla tanınan Eugenia Popescu-Judetz’in bu incelemesi 1970’te yok olan Adakale adasının halk kültürü üstüne bir araştırma.
***
KAYNAKÇA 141
YAYIMA HAZIRLAYANIN ÖNSÖZÜ
Dr. Eugenia Popescu-Judetz’in elinizdeki kitabı daha önce hiçbir dilde yayımlanmamıştır. Aslı İngilizce olan kitabın çevirisi Boğaziçi Üniversitesi Çeviribilim Bölümü’nden 2005-2006 öğretim yılının sonunda mezun olan öğrencilerim Olcay Yıldırım ile Aysun Kıran’ın benim danışmanlığım altında tamamladıkları mezuniyet projesi çalışmasıyla ortaya çıktı.
Bu çeviri üstüne birkaç şey söylemek isterim. Türk kültürü ve Türk tarihi hakkında yabancı dillerde yazılan metinlerin Türkçeye çevirisinde önemli bir sorunla karşı karşıya kalınır. Çevirmen söz konusu alana, o alana özgü Türkçe (ve eski Türkçe) terimlere, deyimlere, sözlere aşina değilse, çeviri sürecinde kendi kültürüne yabancılaşır, aynı metnin bir batı dilinden başka bir batı diline çevirisinde gözlenebileceği gibi kendi kültürüne dışardan bakacak duruma düşebilir. Böyle çeviriler yayımlanmıştır. Bu tür metinlerde en önemli sorun terimlerin yahut terim değerindeki kelimelerin çevirisinde ortaya çıkar. Terimlerin çevirisinde de en çok dikkat edilmesi gerekenleri incelenen kültüre özgü terimlerdir. Terimler de birkaç çeşit olabilir; konunun ana teknik terimleri dışında bir de ikincil değerde terimler yahut sözler vardır. Genel olarak söylersek, böyle metinlerin çevirisi alanın gerektirdiği söz varlığına aşina olmayı özellikle gerektirir. Dilin aslına dönülmezse tatsız tuzsuz bir çeviri de kaçınılmaz olur. Çok küçük bir örnek vereyim. Metinde geçen “set camp” (askerî anlamda) pekâlâ “kamp kurmak” diye çevrilebilir. Ama bu metinde ele alınan tarihî dönemde “kamp” diye bir kelime fiil yoktu Türkçede; “otağ kurmak” denirdi o dönemde.
Bu kitapta işte böyle bir zorluk söz konusuydu. Bu zorluğu yazar da gördüğü ve Türkçe bildiği için İngilizce metinde terimlerin Türkçe asıllarını da parantez içinde vermiş, böylece çevirmenlere büyük bir kolaylık sağlamıştır. Yazar bunları hiç vermemiş olsaydı, çevirmenlerin işi kat kat zorlaşırdı tabiî. Ama terimlerin Türkçe asıllarını vermediği, vermesinin de pek gerekli olmadığı bölümler, yukarda gösterdiğim örnektekine benzer sözler de vardı. Bu bölümlerde terimlerin Türkçe aslını ve has Türkçe sözleri kullanmak için özel bir gayret gösterdik; metindeki İngilizce kelimelerin eski kültürdeki yahut halk kültüründeki asıl karşılıklarını aradık, bu arada Türkçe kelimelerin tarihî çağrışımlarını da gözettik. Halk kültürü hakkındaki bir kitabın Türkçe yazılmış gibi çevrilmesini hedef aldık.
Çeviri dört aylık bir çalışmayla tamamlandı. Proje danışmanı olarak bu süre içinde çevirileri okuyup incelerken, metinde terim, dil, üslup, anlatım birliği sağlamak için gerekli eşgüdüm gayretini gösterdim. Çevirmenler de birbirlerinin çevirilerini okudular, yardımlaştılar. Ayrıca, İngilizce cümlenin anlamından emin olamadıkları yerlerde yazarla yazışarak tereddütlerini giderip her cümlenin en doğru biçimde çevrilmesi için çalıştılar.
Kitabın sonunda yer alan, Ignácz Kúnos’un derlediği halk türküleriyle manilerin yeni Türk alfabesine çevrilmesi işi bu çevirinin kapsamı içinde değildir. Çeviriyi yayıma hazırlarken bu işi ben üstlendim. Kúnos güfteleri Latin harfleriyle ama Türk diline özgü sesleri verebilmek için belirli harflere özel işaretler ekleyerek yazmış; yazar Eugenia Popescu-Judetz de bunları bugün kullandığımız harflere çevirmişti. Ancak, güftelerin ana dili Türkçe olan birisince gözden geçirilmesi gerekiyordu. Bu noktada çeşitli özel zorluklar söz konusudur. Türkçe kelimelerin yabancı yazarlarca Latin alfabesiyle yazılışında hep bu sorun ortaya çıkar. Türk dilindeki ç, ş, ü, ö, ğ gibi sesler; ı ile i’nin farklı oluşu; k, g harflerinden sonra incelen a, u ünlüleri; çeşitli ünlülerle ünsüzlerin yazımında karşılaşılan özel durumlar ve kelimelerin yazılışıyla okunuşu arasındaki farklılıklar Türkçe seslerin en doğru biçimde gösterilmesini zorlaştırır. Daha başka zorluklar da vardır. Güfteleri derleyen kişi kelimeleri doğru bir biçimde duyabilmiş midir? Yabancı araştırmacıya, yani derleyene yardımcı olan Türk her kelimenin doğru biçimde yazılmasını sağlayabilmiş midir? Kelimelerin telaffuzunda yöreye özgü söyleyişler, sapmalar, çarpıtmalar söz konusu ise, çeviriyazım işi daha çok zorlaşır. Bugün kullanımdan düşmüş kelimeler varsa, bunlar bir sözlük çalışması gerektirir. Bütün bu zorluklar Kúnos’un çeviriyazımında da görülüyordu. Bütün titizliğine rağmen Kúnos’un da hatalı biçimde yazıya geçirdiği kelimeler vardı. Bu durum güftelerin baştan sona gözden geçirilmesini gerektirmiştir.
Tereddüt uyandıran kelimeler ve dizelerde yazar Eugenia Popescu- Judetz güftelerin Kúnos’un hazırladığı Macarca çevirisine başvurarak tereddütü giderdi. Gene de anlamca yerine tam oturmayan birkaç dize kaldı. Bunun gibi bir iki dizedeki, anlamı zora sokan kelimelerin yanına ya uyarıcı işaretler ya da o kelimeye anlamca en yakın düşen almaşığını koymayı uygun gördük. Çeviriyazımda bir de, güftelerdeki söyleyişin yerleşik dile dönüştürülmesinden kaçındık, Adakale lehçesine has söyleyişleri muhafaza ettik.
Güftelerine bakılırsa, bazı türküler bugün Türkiye’de hâlâ söylenen türkülerdir. Kúnos türküleri notaya aldırmadığı yahut aldıramadığı için o ezgilerle günümüzün genel dağarında yaşayan benzerlerinin aynı türküler olup olmadığını bilmeye imkân yok. Bu gibi türkülerde güfte benzerliğine dikkati çekmekle yetindik.
Değerli dostum Dr. Eugenia Popescu-Judetz’in bu incelemeyi sadece bir masa başı çalışması olarak bırakmayıp Adakale’yi defalarca ziyaret etmiş, daha sonra Istanbul’daki Adakalelilerle görüşmüş, yani masa çalışmasını canlı saha incelemesiyle bütünleştirmiş, bu arada, kitapta yer alan fotoğrafları çekmiş olması elinizdeki esere özel bir değer kazandırıyor.
Adakale kültürü yaşayan tarihten artık silinmiş. Ama daha dramatik olan şey, Adakale’nin coğrafyadan da silinmiş bir yer olması. Kitabın çevirmeni olan öğrencilerim böyle dramatik bir kaderi olan bir halkın kültürü ve tarihi hakkında yazılmış bir incelemeyi Türkçeye kazandırmakla Türk folklor ve etnografya araştırmalarına katkıda bulunmuşlardır. Ben de böyle bir incelemeyi yayıma hazırlamanın zevkini duydum.
Bülent Aksoy
ÖNSÖZ
Bu kitap ölümünün 60. yılında Macar türkolog ve etnolog Ignácz Kúnos’a (1862-1945) duyduğum saygının bir ürünü. Türk kültürü alanındaki olağanüstü başarıları önünde derin bir saygıyla eğilip bu eseri Kúnos’un anısına armağan ediyorum. Adından da anlaşıldığı gibi, bu inceleme 1970’te yok olan Adakale adasının halk kültürü üstüne bir araştırma.
Kúnos 1890 dolaylarında Adakale’ye gelip burada yıllarca geniş kapsamlı bir saha araştırması yürüttü. Şüphesiz, Kúnos’un Adakale araştırması Türk dilleri alanındaki incelemelerinin sadece bir bölümüdür. Kúnos adanın etnografyasını araştırdı, bulduğu halk türküleriyle masalları derledi, derlediği malzemeyi yayımladı, Türklerin kültürü ve yaşama biçimleri üstüne eserler yazdı. “Türkische Gedankenlieder aus Ada-kale” (Adakale’den Türk manileri) başlıklı ilk makalesi 1892’de Ethnologische Mittelungen aus Ungarn (Macaristan’dan Etnoloji Haberleri) dergisinde yayımlandı. Bunu 1894’te Ungarische Revue’de yayımlanan “Adakale und sein Volk” (Adakale ve Halkı) izledi. Kúnos derlediği halk türkülerini 1906’da Budapeşte’de Ada-Kálei Török Népdalok, Gyüjötte, Forditással, és Jegyzetekkel Ellátta adıyla iki dilde yayımladı. Monografide giriş niteliğinde bir deneme, derlediği türkülerin güfteleri ile bunların Macarca çevirisi yer alıyordu. Türkische Volksmärchen aus Adakale (Türk Halk Masalları) adlı masal derlemesi de Türkçe ve Almanca çevirileriyle 1907’de Leipzig’de yayımlandı.
Kúnos’un derlemesi, varlığı çoktan son bulmuş bir yere özgü halk türküleri ile masalların paha biçilmez hazinesini sunar. Kúnos metinlerin yazıya geçirilmesinde Bulgaristan’ın kuzeyinde Tuna üzerinde bir şehir olan Rusçuk’ta öğrenim gören, adanın ileri gelenlerinden Mehmed Fehmi Efendi’den yardım görmüştür. Kúnos türkülerin ezgileri ile bu türküleri söyleyen kimseler hakkında bilgi vermeden çalışmasını sadece sözlü edebiyat ürünlerini bir araya getirmekle sınırlandırmıştır. Kúnos yine de toplumsal-kültürel çevrenin, adanın topografyasının, ada halkının gündelik hayatının, ekonomik şartların, belli başlı geleneklerle törenlerin çeşitli yönlerini tasvir etmiştir.
Kúnos’un bu özlü eseriyle, Adakale’nin halk kültürü unutulmaktan kurtulmuş, geçen zamana ve bu süre içinde başgösteren olaylara meydan okuyarak günümüze kadar gelebilmiştir. Kúnos’un saha araştırmasından sonra, dilbilimcilerden ve halk kültürü uzmanlarından çok turistlerin ilgisini çekmiştir ada. Aradan ancak yetmiş yıl kadar zaman geçtikten sonra, birkaç bilim adamı adalıların konuştuğu Türk lehçesine ve söyledikleri türkülere ilgi duydu. 1950’lerin başında seçkin Romen türkolog Profesör Vladimir Drimba Adakale lehçesini derinlemesine incelemeye girişti, ada halkının üç kuşak boyunca konuştuğu diller arasındaki farklılıkları incelemek için bir anket hazırladı, yaklaşık olarak 4000 kartlık bilgi topladı. Ne yazık ki Drimba’nın el yazısı notları kayboldu, araştırmaları tamamlanıp yayımlanamadı. Hemen hemen aynı dönemde, Kıpçak ve Ermeni dillerinde uzmanlaşmış bir bilim adamı olan Edward Tryjarski Adakale lehçesinin hiç yayımlanmamış metinlerinin ses kayıtlarını hazırladı.
1959 yazında Macar türkolog Julius Németh Tuna bölgesindeki Türklerce konuşulan Türk lehçesini araştırması için bir aylığına Romanya Akademisi’ne davet edildi. Németh Profesör Drimba ile birlikte Bükreş’ten batıya doğru giderek Türk yerleşim birimlerini bulmaya çalıştı. İki bilim adamı kimi yerlerde birbirinden kopuk aileler bulabildi sadece, öbür bölgelerde de Adakale halkı dışında herhangi bir Türk toplumu yoktu. Németh Adakale’de konuşulan lehçenin bazı yönlerini inceleyip araştırmalarını Profesör Drimba ile paylaştı. Németh bunun dışında, Drimba’nın topladığı bilgileri ve örnekleri kullanabildiği gibi, 1965’te yayımlanan Die Türken von Vidin, Sprache, Folklore, Religion (Vidin’in Türkleri, Dili, Halk Kültürü, Dini) adlı kapsamlı monografisinde Kúnos’un da tanımlarına başvurarak bunları Vidin lehçesiyle de karşılaştırma imkânı buldu. Böylece Profesör Drimba’nın el yazmalarının ancak küçük bir bölümü Németh’in çalışmalarıyla okurlara ulaşabildi.
1964-1969 yılları arasında, halk kültürü uzmanı Ioan R. Nikola, Cluj Folklor Okulu’ndan gelen Romen uzmanlarla Adakale Türklerinin hâlâ yaşayan musıki folklorunu derlemeyi amaçladıkları faydalı bir araştırma başlattı. Nikola az sayıda halk türküsü ile bazı ezgi parçacıklarını banda kaydetti, 1971’de çıkan Folclorul turc din insula Ada-Kaleh başlıklı makalesinde de araştırmanın sonuçlarını yayımladı.
Söz konusu projeler adalılar dağılıp ada da nehrin derinliklerine gömülmeden Adakale’nin halk kültürünü alelacele kurtarmak için son çare olarak başvurulan girişimlerdi. Ada ardında hiç iz bırakmadan yok olduğu için, Adakale halkının manevî dünyasını ve kültürünü tam anlamıyla yeniden değerlendirmek imkânsız artık. Ozanların türküleri de masalcıların efsanevî masalları da kayboldu, bu masallar bir daha hiç anlatılmayacak, bu türküler hiç söylenmeyecek. Günümüze kalanlar sadece Kúnos’un yıllarca sabırla kendini verdiği çalışmalarla elde edilen geniş kapsamlı derlemede yaşıyor. Bütün bu noktalar göz önüne alındığında, Kúnos’un derlemesi aşağı Tuna bölgesinin Türk sözlü edebiyatı tarihinde ve genel anlamda Türk halk kültürünün bir parçası olarak eşsiz bir önem taşıyor. Kúnos’un Adakale halk kültürünün tanınıp yaşatılması konusundaki çalışmaları nice yıllar hatırlanacak benzersiz bir katkıdır.
Bu inceleme sadece, Kúnos’un 1906’da derleyip iki dilde yayımladığı Adakale türküleri üzerine. Türk halkının kullandığı dilin lehçe özellikleri yönünden bir incelemesi değil; konunun sınırlı kaynak kırıntılarını zengin bir bilgi birikimine çevirebilme amacına yönelik bir halk kültürü ve dil arkeolojisi bu. Eksik, birbirinden kopuk bulguları bir araya getirip tutarlı bir bütün kurarken karşılaştığım zorluklara rağmen, halk yaratıcılığını yansıtan bu şiirlerde Adakale folklorunun geniş kapsamlı bir toplumsal ve kültürel çerçevesini çizmeyi öngörüyor bu inceleme. Bu incelemenin tarihî ve kültürel açıdan Adakale türkülerine özgü karmaşıklığı ve halk şiiri yaratıcılığını ortaya koymasını dilerim. Kúnos’un yazdıklarından çıkan malzeme bu kitapta yeri geldikçe öbür etnografik kaynaklarla karşılaştırılarak değerlendirilmiştir.
Son olarak, kitabın yayıma hazırlanması sırasında sunduğu yararlı tavsiyeleri ve eleştirileri, halk türkülerinin çeviriyazımı üzerindeki düzeltmeleri için Dr. Bülent Aksoy’a gönülden teşekkür ederim. Ayrıca, Dr. Bülent Aksoy’un gözetiminde tamamladıkları mezuniyet projesi kapsamında kitabın Türkçeye çevrilmesinde görev aldıkları için Aysun Kıran ile Olcay Yıldırım’a da teşekkürlerimi dile getirmek isterim. Çok değerli yardımları için Dr. Bülent Aksoy’a tekrar tekrar teşekkür ederim.
Eugenia Popescu-Judetz
TARİHİ
Adanın geçmişi
Aşağı Tuna bölgesinin tarihinde Adakale, Demirkapı geçidinde stratejik önem taşıyan bir ada olarak tanınır. Düz, dar bir kumlu toprak şeriti biçimindeki bu küçük ada Demirkapı geçidinin 4 kilometre yukarısında, Kazan adıyla tanınan tehlikeli girdaplarla dolu boğazın yakınındaki Orşova’nın 500 metre aşağısındaydı. İki taraftan yükselen sıradağlar arasındaki nehrin ortasındaydı ada. Genel görüş alanında gözden kaçsa da sefer halindeki gemilerin varlığını belli ettiği ada komşu ülkelerdeki yakın yerlere su yoluyla sağladığı kolay ulaşım dolayısıyla askerî strateji uzmanlarının ilgisini uyandırır, emniyetli bir barınak arayan isyancıları da kendine çekerdi. Ada zamanla stratejik önemini yitirip muhalifler için bir sığınağa dönüştü, gözetleme karakolu işlevi kazandı, kaçakların da gözden uzak, korunaklı bir mekânı haline geldi.
İklimi son derece nemli olduğu halde ılımandı. Kışın sert rüzgârların estiği, buz tutmuş bir nehirle çevrili ada, bu mevsimde nerdeyse dünyadan kopardı. Baharda ise, adanın bir tabloyu andıran manzarası akasya ağaçları, kavaklar, incir ağaçları, salkımsöğütler ile manolya ağaçları, rengârenk gül ağaçları, mis kokulu leylaklar, çeşit çeşit bahçe çiçekleri ile süslenirdi. Ada halkı belli bir miktarda buğdayla mısır eker, çeşit çeşit meyveler, özellikle de üzüm yetiştirirdi.
Belgelerde, tarih kitaplarında değişik adlarla anılmıştır ada. Orşova kalesine çoğu zaman Eski Orşova dendiği halde, ada, Orşova’nın bir parçası olduğu için Avusturya-Macaristan halkınca Yeni Orşova ya da Orşova Adası adıyla anılırdı. “Demirkapı geçidi yakınlarındaki müstahkem küçük ada” olarak da geçerdi adı. Habsburglar bir ara adaya, İmparator VI. Karl adına Karlfried (ya da La Carolina) adını vermişlerdi. Sonunda, Osmanlılar arasında, Almancada siper anlamına gelen Schanze kelimesinden türetilmiş bir isim ile müstahkem mevki anlamında “Şans Adası” diye tanınmaya başladı. Asıl Türkçe adı olan Adakale ise onsekizinci yüzyılda Osmanlıların adayı ele geçirme mücadelesi sırasında ortaya çıktı. Ada; “Ada Kale”, “Ada Kalesi”, seyrek olarak “Ada Kala” ile, daha resmî nitelikteki “Ada-i Kebir” gibi değişik adlar altında bir sınır noktası işlevini sürdürdü. Romencedeki asıl adı, Ada-i Kebir’in bire bir çevirisi olan “Ostrovul Mare” idi. Resmî Türkçe adı olan Adakale o dönemde de Romence’de “Ada-Kaleh” diye yazılırdı.
Yararlanılan Kaynaklar
1650 ile 1655 yılları arasında Evliya Çelebi Banat bölgesini baştan başa gezmiş, sonra Tuna nehrini geçip güney bölgesine inmişti. Evliya Çelebi Demirkapı girdapları ile Fethislam ve Orşova kalelerinin bulunduğu bölgeyi, karışık nüfus yapısı ile tasvir eder. Demirkapı geçidi ile Fethislam arasında akıntı yönündeki adalardan ve çevrelerine yerleştirilmiş dalyanlardan genel olarak bahsetmekle birlikte, Demirkapı geçidi yakınlarındaki adadan ayrıca bahsetmez.
Osmanlı kaynakları Avusturyalılarla Osmanlıların Adakale için onyedinci yüzyılın sonlarından başlayarak giriştikleri muharebeleri anlatır. Sefername-i Serdar-ı Ekrem Yusuf Paşa adlı imzasız bir tarih kitabı, Musaffa’nın Belgrad ve Adakale Seferi ve Zaferi, Mehmed Raşid’in Raşid Tarihi, Silahtar Fındıklı Mehmed Ağa’nın Tarih’i, Mehmed Suphi’nin Tarih’i bu kaynaklar arasındadır. Ondokuzuncu yüzyıla kadarki dönemin belgelendiği Avusturya Devlet ve Harp Arşivi’ndeki öteki önemli arşiv malzemesi de Osmanlılarla Avusturyalılar arasındaki savaşlarda Adakale’nin taşıdığı önemi gösterir.
1956’da adada ele geçen, Bükreş’teki Devlet Arşivi’nde saklanan Adakale belgeleri 1878-1923 dönemiyle ilgilidir. 5500’ü Türkçe, geri kalanı Almanca, Fransızca, Romence, Sırp-Hırvatça, Bulgarca belgelerle aşağı yukarı 8000 parça belgeden oluşuyor bu arşiv. Türkçe belgeler de, iktisadî ve siyasî ilişkiler, hukukî anlaşmazlıklar ve ada halkı arasındaki ilişkiler hakkındadır. Türkolog Mihail Guboğlu 1962’de Revista Arhivelor’da yayımlanan “Arhiva insulei Ada-Kale si importanta ei” başlıklı makalesinde arşiv belgelerinin içeriğini tanıtmıştır. Daha önceki dönemlerin Vidin kadı sicillerinde de onyedinci yüzyıldan ondokuzuncu yüzyıla kadarki dönemin belgeleri vardır. Bulgaristan devlet arşivinde de adayla ilgili Türkçe belgeler yer alıyor.
Ben Profesör H. Dj. Siruni ile işbirliği ederek Adakale arşivini araştırıp orada bulunan Türkçe belgelerin çevirilerini düzenleme fırsatını buldum. Olumsuz şartlar yüzünden belgeleri yayımlama projesinden vazgeçmek zorunda kaldığımızda çalışmamızı nerdeyse tamamlamıştık.
Adanın tarihi hakkındaki değerli bir başka kaynak da Allen Zwangil Hertz’in 1973’te yayımlanan The Emergence of Ottoman Adakale 1688-1753 adlı monografisidir. Adanın 1736-1739 dönemi ve o dönemin ada halkına ilişkin belgeler Dapontés’in Ephémérides daces ou chronique de la guerre de quatre ans adlı eserinde, daha geniş bir dönemin belgelere dayanan zengin kaynakları da Hurmuzaki’nin Documente privitoare la istoria românilor adlı geniş derlemesinde yer alıyor.
Adanın yarattığı serap çoğu zaman ada tarihi hakkında şüphe götürür yorumlara yol açmıştır. Klasik kültüre bağlı heyecanlı kimseler, Adakale’yi mitologyada geçen Continusa adası ile bir tutarlarken, ortaçağ uzmanları 1396 yılında büyük bir haçlı seferi başlatan Kral Sigismund’un Niğbolu’da Tuna’yı geçip Tuna nehri bölgesindeki Vidin ve Orşova kasabalarını ele geçirdiğini, kısa bir süre içinde de ada üzerinde otağ kurduğunu ileri sürmüşlerdir. Bazı bilginler de Aslan Yürekli Richard’ın haçlı ordularıyla kutsal topraklardan dönerken bir süre için adada kaldığını söylemişlerdir. Bu varsayımların hiçbiri arkeolojik bulgularla belgelenmiş değildir.
Avrupa tarihi boyunca Tuna bölgesinde hâkimiyet kurmak için girişilen savaşların her cephesinde bir kilit noktası olmuştur Adakale. Bir süre Demirkapı’nın anahtarı, Orşova kalesinin gözetleme karakolu olan ada, rakip askerî güçlerin göz dikip savaşa tutuştuğu aşağı Tuna bölgesinde stratejik önem taşıyan bir nehir üssü durumundaydı. Hemen hemen iki yüzyıl boyunca, aşağı Tuna bölgesi savunma hattını ele geçirmek isteyen Osmanlılarla Habsburglar arasındaki savaşların merkezindeki ada Rusların gözünü diktiği, sonra Macarlar, Bulgarlar ve Sırpların sızdığı, en sonunda da Romanya’ya ilhak edilen bir alan olmuştur.
Adanın durumu Belgrad’ın kaderiyle doğrudan doğruya ilgiliydi. Her şeyden önce, Demirkapı’nın karmaşık savunma düzeni içinde bir bağlantı noktasıydı. Aslında, Orşova’nın bir parçası gibiydi Adakale; öyle ki, Orşova’yı ele geçiren adanın da nerdeyse hükümdarı olurdu. Demirkapı’nın ve nehir üzerinde akıntı yönündeki deniz seyirlerinin güvenliğini sağlayan müstahkem mevkilerden biri olarak stratejik bakımdan Belgrad’dan sonra önem taşıyan ikinci nokta olmuş, bu ayrıcalığından da yararlanmıştır Adakale.
Osmanlıların aşağı Tuna yönündeki hâkimiyet alanına çok eskiden girmişti ada. 1390 yılında, I. Sultan Murad’ın emirlerinden biri olan Firuz Bey kısa bir süre için Vidin’i, Orşova’yı işgal etmiş, 1417’de de Sultan Çelebi Mehmed Severin kalesini ele geçirmişti. Daha sonraki yıllarda, soylu bir Romen ailesinin Transilvanyalı cesur voyvodası Yanoş Hunyadi 1442’de Demirkapı’da Osmanlı ordularını yenip birkaç Türk karargâhını işgal etmişti. Hunyadi’nin mevzilendiği adaya daha önce ayak basmış olduğu sanılsa da bu varsayım tarihî belgelerle kanıtlanmamıştır.
Ada için girişilen savaşlar
Adanın tarihi 1521’de Osmanlıların Belgrad’ı ele geçirmesiyle başlar. Avusturyalılarla Osmanlılar arasında daha sonraki dönemlerde pek çok kez el değiştirecektir ada. Belgrad’ın fethinden sonra, Sırpların Gladovo dediği Fethislam kalesi ve Tuna’nın kuzey boylarındaki Orşova kalesiyle birlikte, ada Osmanlı yönetiminde kalmıştır. Bu iki müstahkem mevki Osmanlı gemilerinin Tuna’yı geçip Belgrad’ın yukarısına doğru açılabilmesi bakımından en önemli noktalardı. Bir başka deyişle Adakale, aşağı Tuna’da seyreden savaş gemileri için hayatî önem taşıyan bir Osmanlı nehir üssü, askerler için de korunaklı bir geçiş noktası olarak aynı savunma düzeninin bir parçasıydı.
Onyedinci yüzyıldan bu yana, ada defalarca kuşatılmış, saldırıya uğramış, rakip kuvvetler arasında el değiştirmişti. Avusturyalılar 1688’de Belgrad’ı almış, Tuna savunma hattını yarmışlardı. Türk orduları kalabalık Habsburg kuvvetlerince akıntı yönünde sürüklenerek nehrin güneyine kadar çekilmeye zorlanmıştı. 1689 yılının Eylül ayında, Niş Habsburglara teslim oldu; aynı yılın Ekim ayında da Vidin Orşova ve Gladovo ile birlikte terk edildi. Sonuç olarak, Adakale Habsburg imparatorluğunun eline geçti.
Osmanlılar toparlanarak Habsburgları çekilmeye zorladı ve onları Tuna’nın karşı tarafına püskürten yeni bir taarruza geçtiler. Sonra, 1690’da Türkler Belgrad’ı ele geçirip Demirkapı geçidi üzerindeki hâkimiyetlerini pekiştirmeyi hedef aldılar. Avusturyalılar ise Orşova savunma hatlarını korumaya karar verip dikkatlerini Avusturya savaş haberlerinde kullanılan adıyla, Orşova adasında sürdürülen tahkimata yöneltmişlerdi. Avusturyalılar Orşova hatlarının Tuna üzerinde kurulacak hâkimiyet bakımından taşıdığı stratejik önemi pek iyi biliyorlardı. Avusturyalıların ada üzerindeki ilk tahkimatı toprak yığınlarıyla güçlendirilen kazıklı engellerle şarampollerden ibaretti. Topçu taarruzlarının ve mevsimlik nehir taşkınlarının yol açtığı tahribat yüzünden tabyaların düzenli bir biçimde yeniden sağlamlaştırılması gerekiyordu.
Adakale savaşı 1690 güzünde Osmanlı kuvvetlerinin Tuna bölgesinde toplanmasıyla başladı. Silahdar Fındıklı “Tuna sularında gizli bu küçük ada” için nasıl böylesine büyük bir askerî kuvvet gönderildiğini canlı bir anlatımla tasvir eder. Silahdar bu arada Habsburgların Tuna’yı kapatıp Osmanlı kayıklarının geçişini engelleme planını da önceden haber verir.
Osmanlı kara kuvvetleri şayka, çektiri, firkata, oraniça, çam kayık gibi kürekler ve yelkenlerle yol alan çok sayıda sürat gemisinden oluşan Tuna donanması ile desteklenmişti. Silahdar’ın anlattığına göre, adanın kalesi iyi donanımlı 5000 Avusturyalı askerle korunuyordu. Ancak, Türk tarihçileri bu sayıyı hayli abartmış görünüyor. Karargâhtaki kuvvetlerde Almanlar, Macarlar, haydutlar ve mürtedler vardı. Mürtedler sık sık Belgrad’a seyreden Türk gemilerine saldırıp onları soyan pervasız korsanlardı. Avusturya karargâhında depolarda çok sayıda top, cephane, mühimmat ve erzak vardı. Sefere çıkan Osmanlı birlikleri ada çevresine mevzilendirilmiş çok sayıda asker ve gemiden meydana geliyordu. Osmanlı komutanları adayı kuşatmaya karar verip birleşik kuvvetlerle stratejik bir plan hazırladılar. Harekâtın komutanı birliklerini Tuna’nın güney kıyısında mevzilendiren serasker Mağrulzâde Gürcü Mehmed Paşa’ydı. Nehir boyunca ilerleyen Osmanlı askerleri Avusturyalıların terk ettiği Fethislam ve Orşova kalelerini işgal ettiler. Türk gemileri aşağı akıntı yönünde demir attı. Yeniçeriler, levend askerleri, topçu birlikleri karaya çıkıp kaleyi kıyıdan topa tutarak kuşatmaya başladılar. Tuna kapudanı Ali Paşa 60 şaykalık küçük filosunu adanın yakınında nehir üzerinde mevzilendirdi. Kuşatmanın 24. gününde Arnavut Mehmed Paşa, Arnavut piyadeleri bindirilmiş 50 şaykalık küçük bir filoyla ikmal kuvvetleri getirdi. Mehmed Paşa birliklerini nehrin kuzey kıyısı boyunca mevzilendirmiş, Avusturya karargâhını şaşırtarak askerlerini Eflak kıyısına en yakın noktada adanın aşağı ucunda karaya çıkarmıştı. Böylece Avusturyalılar iki Osmanlı kuvveti arasında sıkışıp kalmıştı. Osmanlılar kale surları içinde kuşatılmış olanlara doğrudan doğruya ateş edebiliyorlardı.
Kuşatma yirmi yedi gün sürdü. Avusturya karargâhı zayıflatıldı, ama karargâhı savunanlar silahlarını bırakmaya niyetli değillerdi. Raşid’in ifadesine göre, Belgrad’ın Türklerin eline geçişi iyice belli oluncaya dek Avusturya askerleri teslim olmamak için direndiler. Avusturyalılar en sonunda kendilerine bölgede bir yer tahsis edilmesini istediler. 24 Ekim 1690’da, haydutları teslim etmeleri şartıyla, Avusturya ve Macar askerlerinin silahlarıyla geri çekilmelerine karar verildi. Sonra Avusturya-Macaristan yönetimi teslim şartlarını kabul etti, askerî birliklerin karar verilen yerlere gemilerle emniyet içinde çekilmesi sağlandı. Adada bırakılan 300 haydutun kafası kesildi. Habsburglar geride 30 havan topu ile cephane, mühimmat bıraktı. Silahdar bu zaferi, “Bütün Tuna bölgesi Müslümanların eline geçti” diyerek anlatır.
Osmanlılar Şans Adası adı verilen ada üzerinde 400 yeniçerinin görevlendirildiği bir karargâh kurdu. Ada komutanına tahkimatın yenilenip onarılması ve kerpiçten büyükçe bir kale inşa edilmesi görevi verildi. İstihkâmın tamamlanması için orduya emir verildi. Ancak, 1691 baharının ilk günlerinde ada ve Demirkapı bölgesi yeniden 5000 Habsburg askerinin eline geçti. Buna rağmen, İmre Tököli’nin birlikleri Habsburg komutanını esir alınca Avusturya-Macaristan yönetimi de geri çekilmeye mecbur kaldı. Ertesi yıl Habsburglar Gladovo ile Orşova’yı alıp adayı da kısa bir süre için ele geçirdiler, ama taşkınlar yüzünden terk etmek zorunda kaldılar. 1699’da Karlofça barış antlaşması ile Banat, Orşova ve Adakale Osmanlı yönetimine bırakıldı.
Sonraki dönemlerde de iki düşman ülke arasındaki satranç oyununun bir parçası haline geldi ada. Sultan II. Mustafa ilkbahar taşkınlarının toprak siperleri tahrip etmesi yüzünden adanın tahkim edilmesi amacıyla 1701’de Temeşvarlı mir-i miran İbrahim Paşa’ya emir gönderdi. Demirkapı’nın güvenliğinden sorumlu girdab ağası Mustafa Çerkez Paşa 1716’da daha sağlam surlar inşa edilmesi için başlatılan çalışmaların teftişiyle görevlendirildi. Bu amaçla 4000 Eflaklı kurulacak yeni şarampollerde taş işçisi olarak çalıştırılmak üzere adaya getirildi.
Çağın askerî dâhisi Savoylu Prens Eugene önderliğinde 1715-1718 yılları arasında Türklere karşı başlatılan Avusturya seferleri 1717’de Avusturyalıların Belgrad’ı fethiyle, Osmanlılar içinse felaketle sonuçlandı.
Vezir Receb Paşa’nın komutasındaki kuvvetler, askerlerin çoğunun darmadağınık bir halde Tuna’yı geçip sığındıkları Orşova’ya hızla geri çekilmişlerdi. Öyle ki, kimileri şaykalarla adaya kaçarlarken, kimileri de kendilerini nehre atmışlardı. Kimileri de Orşova’da yanabilecek her şeyi yakıp adayı terk etmişlerdi. Habsburglar Adakale ile Orşova’ya yeniden hâkim olmuşlardı. 1718’de imzalanan Pasarofça Barış Antlaşması ile Osmanlılar toprakları terk etmek zorunda kaldılar, Banat da tamamıyla Avusturya imparatorluğuna bırakıldı.
Pasarofça antlaşmasından sonra Avusturyalılar adadaki istihkâm işlerine yeniden başlayıp 1737’ye kadar tahkimata devam ettiler. Taş ve tuğladan yapılan yeni bentler ilkbahar aylarındaki nehir taşkınlarına direnecek derecede sağlamdı. Tabyaların kurulmasında, daha önce Belgrad’ı tahkim eden, o dönemdeki inşaat sanatının en yüksek teknolojisini kullanabilen mühendis Nikolas Doxat de Morez görevlendirilmişti. İmparator IV. Karl, Savoy’lu Prens Eugene, Kont Mercy, Wallis adları verilen yeni kale, köşelerinde iç savunmalar için inşa edilmiş dört tabyası olan bir paralelkenar şeklindeydi. Kalenin çevresinde sağlam bir hendek, üstü kapalı bir geçit ve benzeri tahkimat vardı. Sırp kıyısı 1736’da tamamlanmış bir Palanga ile tahkim edilmişti, bu Palangaya IV. Karl’ın karısının adı, St. Elisabeth Palangası adı verilmişti. Almanlar bu Palangaya Elisabeth Schanze, Türkler de Şans-ı Kebir adını vermişlerdi. İki tabya ile mazgallı bir kuleden oluşan bu kale sabahtan akşama kadar adadaki kale askerlerince korunuyordu.
1735 dolaylarında Habsburglarla Osmanlılar arasında yeni bir savaş patlak verdi. Avusturyalıların 1737’de yeni bir sefere başlaması Osmanlıların daha iyi hazırlandıkları ağır bir karşı taarruza geçmesini körüklemişti. Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa kalabalık orduyla büyük bir sefer düzenledi. Harekâtın komutanı Vidin muhafızı Serasker İvaz Mehmed Paşa’ydı. Bu âyan, Vidin’i Macar muhalifler için emniyetli bir sığınağa dönüştüren gözüpek bir önder, zeki bir siyasetçiydi. Seraskerin komutası altında 5000 Arnavut, 2000 bostancı askeri ile takviye kuvveti olarak on dört yeniçeri alayı ve beş cebeci ortası vardı. Kars beylerbeyi Tuz Mehmed Paşa yirmi kayığı ve 5000 adamı ile, Tirkala mutasarrıfı Mürtaza Paşa ile kendi oğlu Halil Bey de adamlarıyla Mehmed Paşa’ya katıldılar. Eski Niğbolu müsellimi ile Karaman valisi komutasındaki 4000 kişilik takviye birliğine de aynı güzergâhı takip etme emri verildi.
1737 Kasım’ında Osmanlılar adanın kalesini kuşatmaya başladılar. Küçük filolarıyla Tuna’nın yukarılarına hareket edip Demirkapı altındaki iki Avusturya teknesine saldırmışlardı Türkler. Orşova civarında toplanarak bölgedeki köyleri yakıp Adakale ile St. Elizabeth kalesine saldırmışlar, ama bu kalelerin hiçbirini ele geçirememişlerdi. Bu yüzden, Türkler büyük adanın kalesini kuşatmaktan vazgeçip Vidin’e dönmüşlerdi.
1738 Mayıs’ında Osmanlı ordusu Habsburgları gene bozguna uğratıp Orşova kalesini almış, adaya ve St. Elizabeth kalesine de ulaşmıştı. İvaz Mehmed Paşa adanın kalesine saldırmayı tercih etmişti. Adanın savunma hattı nehir üzerindeki seferleri aksatan akıntı boyunca gerilmiş demir zincirler ve dikili kazıklarla kurulan bir savunma ağının yanı sıra sağlam surlar ve tabyalarla da desteklenmişti. Bu durum, Osmanlı birliklerinin ağır top ateşi desteği olmadan karaya çıkmasını imkânsız kılıyordu. Adanın bentleri hem kale surlarıyla hem de kalenin ele geçirilmesini nerdeyse imkânsızlaştıran siperlerle korunuyordu. Bunun üzerine Serasker Paşa kaleyi abluka altına almaya karar vermişti. Ama sonuç vermemişti bu. Osmanlılar gene de durumu lehlerine çevirebilmek için hızla harekete geçtiler. Son bir taarruz düzenleyen serasker kalenin karşı tarafındaki hendekleri geçip ağır topları yerleştirdiği Alion dağının zirvesindeki bir tabyaya mevzilendi. Taarruz hemen başlatıldı, kale ağır silahlarla yaylım ateşine tutuldu. Tuz Paşa gözüpek bir hamleyle 2000 yaya askeriyle civardaki küçük bir kale olan Caroli palangasını ele geçirdi. Adakale’nin savunulması tamamıyla adayı ve ada üzerindeki savunma askerlerini koruyan kazamata bırakılmıştı. Yüksek yerlerden kolaylıkla görülebilen ada o sırada tamamıyla Türklerin top ateşi altında kaldı. Adayı savunanlar cepheden amansız bir bombardımanla karşı karşıya kaldılar.
Albay Baron von Kehrenberg komutasındaki yaklaşık 2300 asker arasında Almanlar, Sırplar ve Macar haydutları vardı. Habsburg karargâhında Avusturyalılar erzak ve mühimmat bakımından son derece hazırlıklıydı. Sırplar savaşma isteğini kaybetmiş, teslim olmaya niyetlenmişken, Avusturyalılar sonuna kadar direnmeye kararlıydı. Komutan Kehrenberg savunma gücüne çok güveniyor, Osmanlı kuvvetlerini Banat’tan çıkarıp adayı kurtarmaları için bölgeye çok önceden gönderilmiş 40.000 kişilik ordunun bir bölümü olarak Adakale’ye sevk edilen yedi piyade taburunun savunma gücünü artırmasını bekliyordu.
Bu arada Serdar-ı Ekrem Sadrazam Yeğen Mehmed Paşa komutasındaki büyük bir Osmanlı ordusu Balkanları geçip Niş’e doğru kuzeybatı yönünde ilerliyordu. Sadrazam mir-i miranı savaş divanında toplayıp Belgrad kuşatmasını ertelemeye, bunun yerine Adakale’ye doğru süratle ilerlemeye karar verdi. Hedefleri Tuna su yolunu açmak, böylece erzakla cephanenin hem gemiyle sevkiyatını, hem de kara yoluyla serbestçe yerine ulaştırılmasını sağlamaktı. Bir şayka filosuna da derhal Vidin’e doğru yol alma emri verildi. İvaz Mehmed Paşa geçici olarak harekât komutanlığından uzaklaştırıldı, yerine Rumeli beylerbeyi vezir Genç Ali Paşa getirildi. Sadrazam Habsburgların ele geçirdiği kışlaları geri almak için askerleri Tuna’nın karşı tarafına geri gönderdi.
Türk kuvvetleri 1738 yazının başlarında en büyük kuşatma silahlarıyla ada önünde toplandılar. Türklerle Tatarlardan oluşan yaklaşık 80.000 kişilik güçlü bir ordu Vidin’e yaklaştı. Habsburglar Adakale’ye sevk ettikleri piyade taburu 12.000 kişilik Osmanlı birliğinin taarruzu karşısında geri çekilmeye zorlandığında bile tehlikeden habersizdiler. Sadrazam Yeğen Mehmed Gladovo’ya varınca orada karargâh kurdu. Asma köprü akıntının karşı tarafına atıldı. Osmanlılar adayı bombalamaya devam ediyorlardı. 13 Haziran’da Sadrazam Habsburg karargâhını kendi isteğiyle teslim olmaya çağırdı. Komutan Kehrenberg bu ültimatomu kabul etmedi. Türkler adadaki mevzileri gece gündüz bombalamaya devam ettiler. Tekmil topları, havanlarıyla cebeci ve topçu askerlerinden kurulu çok kalabalık bir yeniçeri birliği amansız, korkunç bir bombardımana girişti. Karargâh tepeden tırnağa düşmanın yaylım ateşi altında kazamata çekildi. Kuşatmada baskı arttıkça savunma cephesi kötü hava şartları ve hastalıklar yüzünden daha da zayıflatıldı. Karargâhta kazamatın dışında savaşmayı reddeden Arad milislerinden 200 Macar haydut vardı. Tarihçi Suphi, Habsburglu savunma askerlerinden “Ödleri koptu, dehşete düştüler, ama kale surlarının sağlamlığına inandıkları için inat ettiler” diye bahseder.
Ada iki ayı aşkın bir süre boyunca kuşatılıp ağır top ateşine tutulmuştu, buna rağmen direniş devam ediyordu. Sadrazam, komutan Kehrenberg’e ikinci bir ültimatom gönderdi, ama ültimatom yine reddedildi. En sonunda Osmanlılar topyekün taarruza geçmedikçe Adakale’nin teslim olmayacağı sonucuna vardılar. Dolayısıyla, adaya hem kara hem nehir üzerinden eşzamanlı bir harekâtla saldırmaya karar verdiler. Hazırlıklar tamamlandı, erzak istiflendi. Yaklaşık yetmiş şayka, 500 çam kayığı ile büyük sallardan oluşan bir donanma Orşova limanına mevzilendi. Toplam hücum kuvveti 20.000’i aştı. 15.000 dalkılıçtan oluşan milis kuvvetine kaleye taarruz görevi verildi, ama akıntıya karşı onları taşıyan kayıklar tehlikeli akıntılara karşı koymak zorundaydı, bu da açıkça Habsburg ateşine karşı savunmasız bırakacaktı onları. Akıntı yönünde ilerleme ise taarruzun gücünü artıracaktı. Çok sayıda küçük filo, şaykalarla bunların dışındaki donanma birlikleri önce adayı geçip akıntıya karşı hemen karaya çekildi, sonra suya indirilip hızla akıntı yönünde yol aldı. Avusturya karargâhından Türk gemilerine yağdırılan top ateşine rağmen harekât tasarlandığı gibi yürütüldü. Türk askerleri adaya saldırıp kaleyi işgal ettiler. Her iki taraf da ağır kayıplar verdi. Yaklaşık 2300 kişilik Habsburg karargâhındaki asker sayısı 1030’a düştü. Kale surları yıkıldı, siperler çökertilip savunma gücünden yoksun bırakıldı. 13 Ağustos 1738’de Habsburglar teslim oldu. 15 Ağustos’ta kalenin anahtarı sadrazama gönderildi, cebecilerle topçulardan kurulu yeniçeri ordusu bütün kapılara, toplarla mühimmata el koydu.
Teslim belgesi bütün savaş esirlerinin mübadelesini şart koşuyordu. Adakale’yle Elisabeth kalesi içinde kalan Avusturyalılar için Belgrad’a geçiş tezkeresi çıkarıldı; Avusturya belgeleri bulunan tüccarlar eşyalarıyla birlikte Adakale’den ayrıldılar. Osmanlı tebaası ise gemilerle yurtlarına dönmek zorunda kaldı; Türk subayları da muhafız kayıklarıyla yaralılara eşlik etti.
Avusturya karargâhı adayı terk ettikten sonra sadrazamla maiyetindeki Osmanlı ileri gelenleri fırkatalarla adaya çıkmışlardı. Suphi bu görkemli tören alayını efsanevî bir masal gibi anlatır. Suda girdapların yılan gibi kıvrılan kollarıyla kuşatılan bu eşsiz kale harikulade güzellikteki takımyıldızları arasında gökyüzünde parlayan kızoğlankız bir bakire imiş… Yıldızlar “dört unsur”la gökkuşağında mutlu bir şekilde buluşunca sultanla nişanlamışlar kaleyi… Sadrazamın alnına yazılıymış kalenin ürkek güzelliğini gören ilk kişi olmak; bu uğurda can veren askerlerin ise cennetteki kısmetiymiş bu kız…
Adaya ayak basan sadrazam adanın savunma hatlarını teftiş edip tahkimatın onarılması için emir verdi, Fransisken manastırının da camiye çevrilmesini emretti. O günden sonra adanın kalesi de Vidin valisine bağlı, hem Adakale’den hem de Fethislam’dan sorumlu bir muhafız komutasındaki bir “muhafıza”ya bırakıldı. Fethislam muhafızı Bekir Bey mir-i miran mevkiine yükseltildi, kale muhafızlığına ve komutanlığına getirildi. Ada o günden sonra Adakale diye anıldı.
Osmanlıların 1738-1739 seferleri Vidin’de mevzilenen bütün donanmaya Tuna yolunu açtı. Belgrad yeniden Türklerin eline geçti, Tuna savunma hattı da tamamıyla yenilendi. 1739 Belgrad Antlaşması’yla da savaşlar sona erdi. Adanın kalesi Adakale ile St. Elisabeth kalesi Osmanlı yönetimine girdi.
1788’de Sadrazam Koca Yusuf Paşa’nın Mareşal Laudon komutasındaki Habsburg ordusuna karşı sefere çıkmasıyla ada için yeni bir mücadele başladı; ada bu sefer de Osmanlı donanması için bir nehir üssü görevi gördü. Serdar-ı Ekrem Orşova ile Tekiye arasında dubalar üzerinde bir köprü inşa etti, böylece “büyük adanın kalesini” takviye etti. 1789’da Avusturyalıların başlattığı yeni bir kuşatma Belgrad’ın ele geçirilmesi ve imparatorluğun adayı işgaliyle son buldu. İmparator I. Joseph, Mareşal Laudon’a adanın savunma hatlarını güçlendirme emri verdi. Avusturya ile Osmanlılar bütün anlaşmazlıklara ve mücadelelere son vererek 1791’de bir barış antlaşması imzaladılar; Adakale yeniden Osmanlıların eline geçti.