Roman (Yabancı)

Filin Yolculuğu

jose_saramago_filin_yolculugu-kapak
16. yüzyılda Portekiz Kralı, Süleyman adlı filini Avusturya Arşidükü Maximilian’a hediye etmek ister ve Süleyman bu uzun yolculuğa çıkar.
Nobel Edebiyat Ödülü sahibi José Saramago’nun en neşeli, en keyifli romanı Filin Yolculuğu işte bu tuhaf serüvenin hikâyesini anlatıyor.
Saramago severleri şaşırtacak bu keyifli roman, bir yandan da filin gariban ama köylü kurnazı terbiyecisi Subhro ile kafileye eşlik eden soylular bağlamında filin tanık olduğu insanlık komedyasına eğlenceli eleştirel bir bakış getiriyor.

Çevirmenin Notu
Jose Saramago Filin Yolculuğu’na hastalığı nedeniyle sık sık ara vermek zorunda kaldı ve romanının bir bölümünü hastane yatağında yazdı. Eşinin ifadesine göre, en büyük korkusu bu kitabı tamamlayamamaktı. Yapıtını bitirebilmesiyle hem edebiyat dünyası zenginleşti hem de Saramago’nun belki de son yapıtını okumaktan mahrum kalmadık. Yazarın üslubu ve çeviriyle ilgili birkaç noktaya dikkat çekmenin okura yararlı olabileceğini düşündüm:
Saramago alışageldiğimiz dilbilgisi kurallarını reddeden bir yazar. filin Yolculuğu’nda noktalama işareti olarak sadece nokta ve virgül kullanılmış. Büyük harfe yalnızca noktadan sonra ve diyalog başlarında yer veriliyor, özel adlar büyük harfle başlamıyor ve özel adlara ulanan ekler de tepeden virgülle ayrılmamış. Üç-dÖrt sesli harfin yan yana gelerek okumayı hayli güçleştirdiği birkaç yabancı sözcükte özel adlan tepeden virgülle ayırmayı tercih ettim.
Saramago’nun diyalog formunda olmayan diyalogları anlatıyla bütünleşerek, bir anlamda anlatıya kaynayarak örneğin bir betimlemenin ardına eklemleniyor, birinin söze girdiğini büyük harfle başlayan sözcükten ve elbette metnin gidişinden kavrıyoruz. Alışageldiğimiz tırnaklar ya da konuşma çizgileri yok. Yazar çoğu kez kimin söz aldığını da belirtmiyor ve “dedi”, “ekledi” türünden diyalogu kapatan ifadelere yer vermiyor. Türkçe sözcüklerde eril ve dişi ayrımı olmadığı için birkaç yerde özne eklemeye ihtiyaç duyduysam da, yazarın üslubuna elimden geldiğince sadık kalmaya özen gösterdim.
Metinde yarım bırakılmış ya da virgüllerle birbirine eklenmiş uzun cümleler, bazen aynı cümle içinde bile değişen yüklem zamanlan yine yazarın tercihidir. Saramago’nun kendi sesi, yani anlatıcı da sık sık araya girerek hikâyeyi 16. yüzyıldan günümüze çekmekte, şakalar, kıyaslamalar yapmakta, yorumda bulunmaktadır.
Konuşan kişilerin eğitimsizliği, özellikle de fil terbiyecisi Subhro’nun Hintli olup Portekizce’yi yarım yamalak konuşması nedeniyle, onların ağzından aktarılan kimi hikâyelerin dili okura ikircikli, tutuk, tuhaf gelebilir, kanımca bir o kadar da eğlencelidir. Umarım okura da keyif verecektir.
Son olarak, orijinal metinde hiç dipnot yoktur. Okumayı kolaylaştırmak amacıyla yazarın kutsal kitaplara, başka edebi metinlere, tarihi olaylara, coğrafyaya vb. gönderme yaptığı yerlerde aydınların olduğuna inandığım dipnotlar vermeyi uygun bulduğumu belirtmek isterim.

Pınar Savaş

Gilda Lopes Encamacâo Salzburg Üniversitesi’nde Portekiz Dili Bolümü’nde öğretim görevlisidir, gittiğimi/ lokantada bana Filin Yolcuğuğu’nu anlatmasaydı bu kitap var olmazdı. Ona Mozart’ın kentinde satılan ve Avrupa’nın belli başlı yapılarını temsil eden küçük, ahşap heykellerin ne olduğunu sordum. Aralarında bizim Belanı Kulesi’nin de olması ilgimi çekmişti ve bir güzergâhı işaret eder gibi görünüyorlardı. Bana XVI. yüzyılda, 111. Don Joâo döneminde, tam olarak 1551’de bir filin yaptığı yolculuktan söz etti. Fil Lizbon’dan Viyana’ya girmişti. Burada bir hikaye olabilirdi. Giida Lopes’den ipuçları toplamamda bana yardım etmesini istedün, gerekli tarihi bilgiyi bir araya getirmemde çok değerli yardımları oldu. Bu kitabı o masadaki dostlarıma borçluyum, herkesin önünde hepsine son derece minetlar olduğumu belirtmek ve en içten teşekkürlerimi sunmak isterim.

josi Seramago

1. Bölüm
Düzgün işleyen bir kamu yönetiminde yalak odaları kutsal, laik ya da yasadışı olarak nitelenebilirler, bu odaların öneminin farkında olmayanlara son derece münasebetsiz gelebilirse de, burada anlatmaya niyetlendiğimiz, bir filîn avusturyaya yaptığı olağanüstü yolculuğun ilk aşamasıdır ve üç aşağı beş yukarı portekiz saray erkânının vatına saatinde şekillenir. Burada üç aşağı beş yukan gibi belirsiz bir ifadenin rastlantı eseri kullanılmadığı da kaydedilmelidir. Böylelikle belli bir zarafetle fiziksel ve fizyolojik mezhebin ayrıntılarına da girmiş olduk ki, biraz densiz, çoğunlukla da gülünçtürler ve böyle kâğıt üzerine aktarılmaları hem portekiz ve los algarbes1 kralı üçüncü don juaıun hem de zevcesinin, alcacer-cjuivirde savaşmaya gidip daha ilk çatışmada ölen ya da kimilerinin iddia etliği gibi savaşa bile kanlamadan arifesinde hastalıktan telef cilan don sebastianın müstakbel büyükannesi, avusturyalı dona catalinanın kuyu katolikliğini de fena halde rencide ederler. Kral yüzünde somurtkan bir ifadeyle, kraliçeye dedi ki. Bana kalırsa hanımefendi, Ne size kalırsa efendim, Kuzen maximiliana dört yıl önceki düğününde verdiğimiz armağan soyuna sopuna ve meziyetlerine pek uygun görünmemektedir, hazır şimdi bu kadar yakınımızda, ispanya kralı naibi olarak valladolid-de, yani bir taş atımı uzakta bulunuyor, yani demek istiyorum ki ona daha değerli bir şey versek, şöyle dikkat çekecek türden, Altın çanak öneririm efendim, kutsal ekmeğin konduğu altın ayin çanaklarının maddi değeri ve manevi anlamı bir arada düşünülünce, dalkavukluk edilecek kişinin hoşuna gittiğini gÖzlemlemişimdir, Kilisemiz böylesi bir cömertliği hiç de uygun bulmayacaktır, hiçbir kaydı silmeyen belleğinde kuzen maximilianın luther yanlısı Protestanların devrimlerine sempatiyle bakmasını ilelebet saklamaktadır, luther miydi, calvin miydi sahi, hiçbir zaman emin olamadım ya neyse, Düşün memeyi tercih ettiğim şeytanlardır hepsi de, diye cevap verdi kraliçe bir yandan da istavroz çıkartarak, yarın erkenden gidip günah çıkarmam gerekecek, Neden özellikle yarın hanımefendi, günah çıkarmak gündelik uğraşınız değil mi, diye sordu kral, Düşmanımın ses tellerime taktığı şu ağza bile alınmaması gereken fikirler yüzünden, baksanıza, sanki cehennemin buharı değmiş gibi yanıyor boğazım. Kraliçenin duyusal abartılarına alışkın olan kral omuzlarını silkerek avusturya arşidükü maximila-nı memnun edecek hediye arayışına girişti, zorlu bir uğraştı doğrusu. Kraliçe dua ardına dua mırıldanırken aniden sustu ve handiyse çığlık attı, Süleymanımız var ya, musevi kralın durup dururken yardıma çağrılışına bir anlam veremeyen şaşkın don juan. Ne, diye sordu, Evet efendim, Süleyman, fil, kral azarlar bir tavırla. Fili ne halt edeyim ben şimdi, dedi, ayağa fırlayan kraliçe. Hediye efendim, düğün hediyesi, diye yanıt verdi hem keyifliydi hem de heyecanlı mı heyecanlı, Aradığımız bir düğün hediyesi değil. Ne fark eder ki. Kral üç kez art arda başını yavaşça salladı, durakladı, üç kez daha salladı ve sonunda. Bana ilginç bir fikir gibi geldi diye kabul etti. Sadece ilginç değil, iyi bir fikir, hatta parlak bir fikir, diye ısrar etti kraliçe, sabırsız, neredeyse dikkafalı çıkışına engel ola ma yarak. Bu hayvan hiııdistan-dan geleli iki yılı geçti, yiyip içip yan gelip yatıyor, su yalağı hep dolu, önünde dağlar kadar saman yığılı, hiçbir işe yaramayan bir yaratığı besliyoruz, faydalanma umudumuz da yok, Suç zavallı hayvanın değil, burada ona uygun iş yok, kalaslaşıması için bıçkıhanelere gönderebilirim ama zavallıcık çok ıstırap çeker çünkü onun mesleki uzmanlığı kütük taşımak, eğriliği hortumunun yapısına çok daha uygun. Daha ne işte, viyanaya gidiversin. Peki nasıl gidecekmiş, diye sordu kral, Haa, bu bizim meselemiz değil, kuzen maximili-an sahibi olacağına göre, bunu çözümlemek ona düşer, hâlâ vaUadol id deyse elbette, Tersini haber almadım, Süleymanın valladolide dek yürümesi gerekecek kuşkusun, yol fena s.ı-yılmaz. Ve viyanaya da yürüyecek çaresi/.. Dura kalka, dedi kraliçe. Dura kalka, diye ciddiyetle onayladı kral. Yarın kuzen maximiliana yazacağım, armağanı kabul ederse bazı tarihleri kesinlcştirip formaliteleri halletmemiz gerekerek, mesela ne zaman viyanaya doğru yola çıkmak niyetinde, süleyman lizbondan valladolide kaç günde gidebilir, oradan sonrası bizim meselemiz olmadığına göre gerisine karışmayız. Evet, gerisine karışmayız, dedi kraliçe, ama yüreğinin derinliklerinde, ki varlığın çelişkilerinin kendini açık ettiği yerdir, sü I ey manı o kadar uzak topraklara, o kadar tuhaf insanların arasına yolladığı için keskin bir acı hissetti.
Ertesi gün, kral sabahın erken saatlerinde başyaveri ped-ro de alcâçova carneiroyu çağırttı ve bir mektup dikte etti, ama mektubu ne ilk denemede ne ikincisinde ne de üçüncüsünde istediği gibi olunca, sonunda, bu işi en iyi okullardan birinde, öz babası antonio cameironunkiııdt’ öğrenen ve babasının ölümüyle mesleğim miras alan uzman memuruna devretti ve onun belagat yeteneğine, pragmatizmine, egemen sınıfın üyelerinin birbirlerine gönderdikleri mektupların kuralları konusundaki engin deneyimine ve bilgisine tümüyle güvenmek zorunda kaldı. Yaverinin yazdığı mektup hem sözleri hem de içeriği açısından kusursuzdu, diplomatik bir ifadeyle arşidükün bu hediyeden hoşlanmaması teorik ihtimalini de gözardı etmiyordu ama, arşidükün olumsuz cevap vermesi dünyada mümkün görünmüyordu, çünkü portekiz kralı stratejik bir paragrafta tüm krallığında fil süleymancian daha değerli bir şey olmadığını belirtmişti, bu farklı türleri birbirleriyle iüşkilendiren ve akraba kılan ilahi yaratılışın birlikçi hassasiyeti açısından böyle olduğu kadar, hatta insanoğlunun filden artanlarla yapıldığını iddia edenler bile vardı, hayvanın simgesel, içkin ve dünyevi değeri açısından da böyleydi. Mektuba tarih atıp mühiirieyen kral başseyisini, en güvendiği asilzadesini huzuruna çağırtarak görevi özetledi, duruma uygun, her şeyden önemlisi de ona verdiği görevin sorumluluğuna yaraşır muhafızlar seçmesini emretti. Şövalye bir kahinin ağırbaşlılığıyla şu gizemli sözleri söyleyen kralın elini öptü. Atmaca gibi hızlı, havadaki kartal kadar güvende olun. Olur efendim. Sonra kral ses tonunu değiştirerek bir-iki pratik öğüt verdi. Gerek gördüğünüzde atlarınızı değiştirmenizi hatırlatmama gerek yok, posta istasyonları bu iş için var, vakit ekonomi yapma vakti değil, ahırlara desteklemeleri için emir vereceğim, eğer mümkünse, zaman kazanmak için castilla yollarında dörtnala giden atlarınızın sırtında uyumanız gerektiğini düşünüyorum. Ulak bu imalı şakayı ya anlamadı ya da anlamazdan geldi ve Emirleriniz başım üzerine, hayatım pahasına söz veriyorum, dedi, sırtını krala dönmeden, her üç adımda hır reverans yaparak geri geri gitti ve huzurdan ayrıldı. En iyi seyisim, dedi kral. Bu iltifatlara bir son verme kararında olan başyaver, majesteleri için bizzat seçtiği başseyisin başka türlü olamayacağını ve davranamayacağını söyledi. Birden babasının bir öğüdünü hatırladı. Dikkatli ol oğlum, sürekli tekrarlanan övgüler kesinlikle memnuniyetsizlikle son bulacaktır, aslında birer yergi sayılırlar. Bunun üzerine nedeni başseyisinkinden tümüyle farklı olsa da, başyaver de susmayı yeğledi. Bu kısa sessizlik esnasında, kral nihayet sabah uyandığında aklına düşen niyetinden söz etti. Düşünüyorum da, sanırım gidip süleymanı görmem yerinde…..

Yazar

BENZER İÇERİKLER

Beyaz Geceler – Dostoyevski

Editor

On Bir Dakika

Poulo Coelho

Gizemli Bir Dünya: Sinema

Editor

Yorum bırak

* Bu formu kullanarak yorumlarınızın bu web sitesi tarafından saklanmasını ve yayınlanmasını kabul etmiş olursunuz.

İnternet sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz ve internet sitemize yapacağınız ziyaretleri kişiselleştirebilmek için çerezlerden faydalanıyoruz. İstediğiniz zaman çerez ayarlarınızı değiştirebilirsiniz. Kabul et Daha fazla oku

Gizlilik ve Çerez Politikası